Camp David’den 7 Ekim’e İsrail’in işgal politikaları
Camp David Anlaşması, Mısır için kazanım sayılsa da Filistin mücadelesinin bölgesel desteğini zayıflatan stratejik bir hata olarak değerlendiriliyor.

Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Numan Telci, 47 yıl önce bugün imzalanan Camp David Anlaşması'nın Filistin işgaline nasıl zemin hazırladığını AA Analiz için kaleme aldı.
***
Modern Orta Doğu tarihinin kırılma anlarından birisi olarak görülen Camp David Anlaşması, Mısır ile İsrail arasında ABD arabuluculuğuyla 47 yıl önce imzalandı. İmzalandığı dönemde hem Mısır hem de İsrail için ulusal çıkarlar anlamında kimi kazanımları beraberinde getirmiş olsa da Camp David Anlaşması ortaya çıkardığı statüko ve yarattığı bölgesel etkiler itibariyle Filistin’de bağımsız bir devlet kurulması bağlamında olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Anlaşma neticesinde İsrail ve Mısır arasında yeni bir savaş engellenmiş olmakla birlikte, İsrail’in Filistin’de dozunu her geçen yıl artırdığı baskı ve işgal politikalarının önü de açılmıştır. Nitekim İsrail’in bu politikalarına karşı bölgesel tepki gösterilmesi anlamında kendisinden en fazla beklenti duyulan Arap ülkesi olan Mısır, bir anlamda devre dışı bırakılmış ve Filistinlilerin haklarının savunulmasında etkisizleştirilmiştir.
Arap dünyasında ayrışma
Bu durum anlaşmayı izleyen yıllardan itibaren kendisini göstermeye başlamıştır. Anlaşmanın ilk gözle görülen etkisi Arap dünyasında yarattığı ayrışmadır. Hemen hemen bütün Arap ülkeleri Kahire’ye tepki gösterirken, Mısır’ın kurucularından olduğu Arap Birliği’nden ihraç edilmesi kararı alınmıştır. Bu kararın ardından birliğin merkezinin Kahire’den Tunus’a taşınması Kahire’nin Arap kamuoyu nezdinde saygınlığının derin bir yara almasına neden olmuştur. Bölgenin bu önemli aktörünün diğer Arap ülkeleri tarafından dışlanması Filistin meselesinde birleşik bir cephe oluşturulmasını da olumsuz biçimde etkilemiştir. Anlaşmadan üç yıl sonra ise Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın suikastla öldürülmesi birçoklarınca Camp David Anlaşması'na yönelik kamuoyu tepkisinin bir tezahürü olarak değerlendirilmiştir. Yerine göreve gelen Hüsnü Mübarek’in ise Kahire’nin bölgesel nüfuzunu yeniden konsolide etmesi yıllar almış, Mısır’ın Arap Birliği üyeliğine yeniden kabul edilmesi 1989 yılını bulmuştur. Birliğin merkezi de 1990 yılında yeniden Kahire’ye taşınmıştır.
Öte yandan İsrail ise Mısır’ın bölgede zayıflayan nüfuzu ve Filistinlilerin mücadelelerinde görece yalnız kalmaları nedeniyle işgal politikalarını ve siyasi baskıyı sürekli yoğunlaştırmıştır. Öyle ki 1987-1993 yılları arasında yaşanan Birinci İntifada sırasında Filistinlilere karşı orantısız güç kullanan İsrail, ev yıkma ve topraklara el koyma gibi toplu cezalandırma yöntemlerine başvurmuştur. Altı yıllık süre zarfında binlerce Filistinliyi öldüren İsrail güçlerinin bu kıyımları karşısında Arap ülkelerinin tepkisi sınırlı kalmış ve Filistinliler gerek siyasi gerekse de askeri destek alamamışlardır. İsrail’in Filistinlilere yönelik katliam ve insan hakları ihlalleriyle geçen Birinci İntifada’nın üzerinden bir yıl geçmişken Ürdün, İsrail ile barış anlaşması imzalayan ikinci Arap ülkesi olmuştur. Ürdün’ün bu anlaşmaya imza atması Filistin mücadelesinde Arap dayanışmasını daha da zayıflatan bir gelişme olarak kayıtlara geçmiştir.
Sonraki yıllarda İsrail’in işgal politikaları artarak devam etmiş ve buna tepki olarak da 2000-2008 yılları arasında İkinci İntifada yaşanmıştır. İkinci İntifada sırasında İsrail’in binlerce Filistinliyi öldürmesi, Batı Şeria’daki altyapıyı büyük oranda harap etmesi, yüzlerce kilometrelik duvar inşası ve illegal yerleşimleri ciddi biçimde artırması işgal politikalarının geldiği noktayı göstermiştir. Bu politikalar esasında İsrail’in iki devletli çözüm ya da barış süreci gibi bir gündemi olmadığını, aksine Filistin’i tamamen işgal etme hedefi güttüğünü ortaya koymuştur. İkinci İntifada ve sonrasında ortaya çıkan statüko Filistinlilerin İsrail’in işgal politikalarına daha ağır biçimde maruz kalmasının önünü açarken, Tel-Aviv özellikle Gazze’de Hamas’ın 2006 yılında yönetime gelmesiyle bölgeye yönelik şiddetin dozunu kademeli olarak artırmıştır. 2008, 2012, 2014, 2018, 2021 ve 2022 yıllarında Gazze’ye yönelik saldırılarda binlerce Filistinli hayatını kaybetmiştir.
Filistin'in artan yalnızlığı
Camp David Anlaşması ile başlayan ve Ürdün ile devam eden Arap ülkelerinin İsrail’le normalleşme süreci, Filistinlilerin maruz kaldıkları baskılardan bağımsız olarak devam etmiştir. Bu anlamda yaşanan son gelişme ise ABD Başkanı Donald Trump’ın öncülüğünde Körfez ülkeleri ile İsrail arasında hayata geçirilen Abraham Anlaşmalarıdır. 2020 yılında imzalanan Abraham Anlaşmalarıyla, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn 1994’ten bu yana İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkeleri olmuştur. İzleyen aylarda ise önce Sudan daha sonra da Fas, İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalamışlardır. Bu gelişmeler, Filistin mücadelesinin kimi Arap yönetimlerince önemsenmediği, buna karşın ABD ve İsrail ile ilişkilerin daha öncelikli dış politika tercihleri olduğunu ortaya koymuştur.
İsrail, bir taraftan normalleşme anlaşmaları imzaladığı Arap ülkelerinin sayısını artırırken bir taraftan da Filistin’deki işgalini yoğunlaştırmaya devam etmiştir. Bu politikanın son halkası ise 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de yürütülen katliamlar olmuştur. 2023 Ekim ayından bu yana İsrail Gazze’de uluslararası mahkemeler, insan hakları kuruluşları, akademisyenler ve medya kuruluşlarınca “soykırım” olarak tanımlanan operasyonlarını sürdürmüştür. Bu süreçte Arap kamuoyları zaman zaman Filistin’e destek ve İsrail’e tepki gösterileri düzenlediyse de bu girişimler uzun soluklu olamamıştır. Bunda bazı rejimlerin bu tür protesto gösterilerini tehdit olarak algılaması da etkili olmuştur. Öte yandan birçok Arap yönetimi ise gerek İsrail ile imzaladıkları normalleşme anlaşmaları gerekse de ABD ile ayrışan politikalar izlemekten çekinmeleri gibi nedenlerle Tel-Aviv yönetiminin katliamları karşısında sınırlı tepki göstermek durumunda kalmışlardır. Bu durum Gazze konusunda Arap dünyasından İsrail’e karşı toplu ve caydırıcı önlemler alınabilmesinin de önüne geçmektedir.
Dolayısıyla 1978 yılında Mısır’ın başlattığı İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme süreci, yarattığı etkiler itibariyle günümüze kadar uzanan sonuçlar doğurmuştur denilebilir. Öyle ki 1948’den sonra Arap dünyasında İsrail’e karşı en caydırıcı güçlerden olan Mısır, bir anda bu konumundan uzaklaşmış ve bunun bir sonucu olarak İsrail’in Filistin’deki işgal politikalarının önü açılmıştır. İzleyen yıllarda önce Ürdün, daha sonra da BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas’ın da İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalamaları gerek Arap Birliği gerekse de İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi Filistin meselesini ana mücadele alanlarından gören örgütlerin bu işlevleri bağlamında politikalar yürütebilmelerini de engellemiştir.
Öte yandan Camp David ile ortaya çıkan durum daha sonra Oslo Anlaşmalarıyla devam etmiş ve Filistinliler barış süreci ve iki devletli çözüm gibi öneriler gerekçe gösterilerek, İsrail’in işgal politikalarına mahkum edilmiştir. Bu süreçte İsrail bir taraftan Batı Şeria’da yoğun bir yerleşim inşası programı hayata geçirirken bir taraftan da Filistinli tarafların siyasi ayrışmalarını fırsat bilerek olası bir devletleşme girişiminin hayat bulmasını engellemiştir.
Camp David Anlaşması, Mısır tarafından ulusal çıkarları için kazanım olarak görülse de Filistin mücadelesinin bölgesel destek anlamında erozyona uğramasının başlangıcını temsil etmesi açısından stratejik bir hata olarak değerlendirilebilir. İsrail için ise Camp David Anlaşması Filistinlilerin bölgesel düzeyde yalnızlaştırılması ve işgal politikalarının yoğunlaştırılması bakımından stratejik bir kazanım olarak görülebilir.
[Prof. Dr. İsmail Numan Telci, Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]