Foto IBO
Foto IBO

Kamusal Sosyal Bilim: Bilal Sarımahmut ile Batı Trakya Türklerinin kültürleşmesi ve adaptasyonu üzerine

"Azınlık mensuplarının ruh sağlığının çoğunluk mensuplarına göre daha iyi olduğunu buldum. Bunu beklemiyordum doğrusu."

Batı Trakya 4 Mart 2024
Kamusal Sosyal Bilim: Bilal Sarımahmut ile Batı Trakya Türklerinin kültürleşmesi ve adaptasyonu üzerine

Salih Canbaz: Bilal hocam merhaba. Uzun zamandır Millet Gazetesi olarak hayata geçirmeyi düşündüğümüz bir röportaj serisinde ilk olarak sizinle birlikteyiz. Bu projede temel amacımız, daha önce sosyal bilim anlamında çalışmaları bulunan Batı Trakyalı insanlarımızın çalışmalarını halkın da nasipleneceği şekilde duyurmak. Bu konuda Batı’da Robert Bellah ya da Michael Burawoy gibi isimler kamusal felsefe ya da kamusal sosyoloji başlıkları altında sosyal bilimlerin daha geniş kesimlere hitap etmesi gerektiği inancından yola çıkarak bazı çalışmalar yapmışlardır. Biz de bundan esinlenerek ilk olarak sizinle başlamak istedik. Çalışmanıza geçmeden önce, kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Bilal Sarımahmut: Merhabalar. Öncelikle yerel sosyal bilimcilerin çalışmalarını gazetenizde yayımlamak gibi harika bir çalışma başlattığınız ve beni ilk konuğunuz olarak davet ettiğiniz için size şükranlarımı sunmak isterim. Kısaca kendimi şöyle tanıtabilirim: 1985 Gümülcine doğumluyum. Orta ve lise eğitimimi Gümülcine Celal Bayar Azınlık Lisesi’nde, Üniversite eğitimimi Atina Ulusal Kapodistrias Üniversitesi, Psikoloji Bölümünde tamamladım. Sonrasında Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyoloji bölümünde yüksek lisans tamamladım ve halihazırda aynı bölümde doktora eğitimime devam ediyorum. Evliyim ve bir kızım var. 

S.C.: Peki, ilk olarak psikoloji eğitimini tamamladınız, sonrasında ise sosyoloji alanında yüksek lisans yaptınız ve şu anda da yine sosyoloji alanında doktoranıza devam ediyorsunuz. Hangi motivasyon sizi psikoloji okumaya yöneltti ve sonrasında psikolojiden sosyolojiye geçmenizdeki temel sebep neydi?

B.S.: Ben lisede sözel derslerde başarılı olan bir öğrenciydim ve ileride iş imkânı sağlayacak bir meslek edinmek istiyordum. Bu nedenle çok fazla mezun olmayan ve puanlarımın da yeteceği bir bölüm arayışı içerisindeydim. Lisede gördüğümüz psikoloji dersleri oldukça ilgimi çekmişti. Bütün bunları göz önünde bulundurduğumda psikoloji bana en iyi seçenek olarak göründü. Yani biraz pratik nedenlerle psikoloji bölümünü tercih ettim. 

Ancak, üniversite eğitimimin son yıllarında psikoloji mesleğini hakkıyla icra edebilmek için lisans diplomasının yeterli olmayacağını düşünmeye başladım ve bir arayış içerisine girdim. Bir yandan da bitirme tezimi hazırlıyordum. Tez konum sosyal psikoloji alanındaydı ve Azınlığımızla ilgiliydi. Böylece sosyolojinin ilgimi çekebileceğini fark ettim. Ayrıca çalışmalarımı yürütürken benzer konuda tez yazıp sosyoloji alanında yüksek lisansa başlayan birkaç kişiyle tanıştım. Onların da bu yönde tavsiyeleri oldu. Sonra fark ettim ki insanı anlamak için onun içinde yaşadığı toplumu da anlamak gerekiyor. Böylece psikolojinin yanında sosyoloji uzmanlığının benim için faydalı olabileceğini düşündüm.  Mezun olduktan sonra Türkiye Bursları’nın verdiği imkanlar çerçevesinde Sosyoloji dalında yüksek lisans eğitimi alma fırsatı doğdu ve ben de bunu değerlendirdim. Bu vesileyle kendilerine şükranlarımı sunmak isterim. Açıkçası ilk başlarda doğru yolda olduğumdan pek emin değildim. Fakat özellikle merhum Prof. Dr. Hüsamettin Arslan hocayla tanışıp derslerine girmeye başlayınca, iyi ki bu tercihi yapmışım diye düşündüm. Kendisi tam anlamıyla entelektüel, etkileyici bir hocaydı. Ne yazık ki kendisini çok erken kaybettik ancak onun öğrencisi olan çok kıymetli tez danışmanım Prof. Dr. Bengül Güngörmez-Akosman hocadan çok şey öğrendim. Tabii röportajı uzatmamak için ismini tek tek anamayacağım bölümdeki diğer hocalarımın da üzerimde çok büyük emeği var. 

Psikoloji lise öğrencileri arasında daha çok talep gören bir bilim dalı. İstihdam anlamında belki psikoloji bölümü biraz daha avantajlı olabilir ancak bilim dalı olarak aralarında bir üstünlük olduğunu sanmasınlar. Bugün geldiğim noktada psikoloji ve sosyolojinin birbirini tamamlayan bilimler olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bu bölümler arasında geçiş yapmak bence çok doğal.

S.C.: Eğitiminizdeki tüm kademelerde Yunanistan ya da Batı Trakya’yı ilgilendiren konularda tezler yazdığınızı görüyoruz. Bugünkü röportajımızda ise bizi daha çok ilgilendirdiğini düşünerek lisans tezinizden bahsedeceğiz. Lisans diplomanız psikoloji üzerine olsa da bir sosyolog olarak fazlasıyla sosyolojik bir tez yazdığınızı söyleyebiliriz. Elbette ki kültürleşme ve adaptasyonu psikolojiden ayrı düşünemeyiz ama daha çok sosyolojide karşılaştığımız bir konu olduğu için sormak istiyorum: Bu tez konunuza nasıl karar verdiniz?

B.S.: Bunda en çok bir azınlık mensubu olmamın etkisi oldu diyebilirim. Azınlığımızın Yunan toplumu tarafından doğru şekilde tanınmasını istiyordum. Zira Atina’da halktan insanlarla sohbet ettiğimde gördüm ki bu konuda maalesef önyargılar ve bilgi eksikliği vardı. Tabii aldığım derslerin de bu konuyu seçmemde önemli payı vardı. Şöyle ki, üniversitede seçmeli dersler arasında sosyal psikolojiyle ilgili birkaç ders almıştım. Dersleri veren hoca kültürleşme konusu üzerine çalışıyordu. Dersinde kültürleşme olgusu üzerinde geliştirilen teorileri ve yapılan araştırmaları anlatınca konu çok ilgimi çekti ve hemen azınlığımızdaki durum nedir diye aklımdan geçti. Daha sonra hocayla bu düşüncemi paylaşınca olumlu cevap aldım. Araştırmaların daha çok göçmenler üzerinde yapıldığını ancak teorinin azınlıklara da uygulanabileceğini belirtti. Tabi tezimi onunla çalışmam için, bazı ek dersleri seçmek gibi, karşılamam gereken bazı kriterler olduğunu da belirtti. Bu kriterleri karşıladığım için tez danışmanım olmayı kabul etti ve çalışmaya başladım. 

S.C.: Konunuza gelecek olursak Batı Trakya’daki Türklerin kültürleşmeleri ve adaptasyonlarının ne düzeyde olduğunu çalıştınız. Bu iki kavramı bize kısaca tanıtır mısınız?

B.S.: Tabii, mümkün olan en basit ifadeyle, kültürel adaptasyon iki farklı kültüre ait toplulukların iç içe yaşarken birbirlerine uyum sağlamasıdır diyebilirim. Kültürleşme kavramı ise bu uyum sağlama sürecinde takip edilen stratejileri belirtir. Mesela azınlık olarak bizim çok sık duyduğumuz asimile olmak, asimile edilmek, asimilasyon politikası kavramları işte bu uyum sağlama sürecinde ortaya çıkan kültürleşme stratejilerinden bir tanesini ifade eder. 

Şimdi konuyu biraz daha açmaya çalışayım. Bizdeki gibi biri Hıristiyanlık diğeri İslamiyet geleneğinden gelen iki grubun bir arada yaşadığını düşünün. Bunlardan biri ana unsur (çoğunluk), diğeri çalışmak için ülkeye gelen gurbetçi ailelerden (azınlık) oluşsun. Bu yeni gelen grubun yaşayış tarzında, inançlarında, kültürel pratiklerindeki farklar kısa zamanda fark edilir. Bunlar bazen birbirine zıt, ters muhtevada olduğu için iki grup arasında çatışmalar dahi yaşanabilir. Fakat sonuç olarak ülkeye çalışmak için gelen grup (azınlık) burada kalabilmek için yerleşik topluma uyum sağlamak zorundadır. Diğer taraftan yerleşik toplum (çoğunluk) yeni gelen yabancı grubun iş gücüne ihtiyacı olduğu için karşılıklı olarak bir uyum sağlama sürecine gider. Bu süreçte her iki taraf için de takip edilebilecek dört strateji vardır: Ayrışma, bütünleşme, asimilasyon, marjinalleşme. Bu kavramların her birini ayrı ayrı yazıp konuyu uzatmamak için şöyle özetleyebilirim: bu iki grup ya bazı gelenek ve inanışlarını yeniden düzenleyip birbirleriyle uyum içerisinde yaşayacaktır, ya da biri diğerini kendisi gibi olmaya zorlayıp çatışma ortamı yaratacaktır. 

Şimdi buraya kadar anlattıklarım olayın sosyolojik yönüne ışık tutuyor. Psikoloji bilimi ise bu takip edilen kültürleşme stratejilerinin bireylerin ruh sağlığına nasıl yansıdığını inceliyor. Buna göre çoğunluk ile azınlık arasındaki kültürleşme stratejileri arasında bir uyum söz konusu ise, yani her iki taraf ta örneğin “bütünleşme” stratejisini veya “asimilasyon” stratejisini benimsiyorsa bu durum bireylerin ruh sağlığına da olumlu yansıyacaktır. Aksi takdirde çoğunluk “asimilasyon” politikası uygularken azınlık “ayrışma” yani içine kapanma yoluna giderse bu durum azınlık mensubu kişiler üzerinde yoğun stres yaratacak ve kişilik bozukluğuna varan ruhsal bozukluklara neden olacaktır. Daha anlaşılır olması için örnek vermek gerekirse, gurbetçi aileler (veya azınlık mensupları) kendi dilini korumak isterken çoğunluk mensupları onlara dilini terk etmeleri ve yaşadıkları ülkenin ulusal dili benimsemeleri yönünde baskı yaparsa bu durum her iki taraf için de (ama daha çok azınlık mensupları için) yoğun stres yaratır ve kişilerin ruh sağlığını bozması muhtemeldir.

Benim tezime gelecek olursak, ben konuyla ilgili en son araştırmaları ve teorileri izleyerek kültürleşme stratejilerini bir bütün olarak değil, hayatın çeşitli alanlarındaki durumuna göre inceledim. Yani azınlığımızın kamusal ve özel alanda hangi kültürleşme stratejilerini izlediğini ayrı ayrı inceleyip bu stratejilerin azınlık mensuplarının ruh sağlığına nasıl yansıdığını araştırdım. Ayrıca çoğunluk mensupları için de bir anket hazırlayıp iki grup arasında karşılaştırma yaptım. 

S.C.: Peki bize ulaştığınız bulgulara dair genel bir sonuçtan bahsedecek olursanız neler söylersiniz?

B.S.: Genel olarak Azınlığımızın kültürleşme konusunda beklenen şekilde uyum sağladığını ancak eğitim, istihdam ve ekonomik durum olarak çoğunluk mensuplarına göre daha düşük seviyede olduğu bulgusuna ulaştım. 

Kültürleşme konusunu biraz daha açıklık getirmeye çalışayım. Teorik olarak sağlıklı bir kültürleşme için insanların hayatın kamusal alanını kapsayan okula gitme, kanunlara uyma, adabımuaşeret kurallarına uyma, resmî kurumlarda konuşulan dil gibi konularda bütünleşme veya asimile olma stratejilerini benimsemesi beklenir. Fakat anadil, dini inanç, gelenekler gibi özel hayat alanında ayrışma veya marjinalleşme stratejilerini tercih etmesi beklenir. Ben de araştırmamda bu yönde sonuçlar elde ettim. Yani basitçe anlatmak gerekirse azınlık mensuplarımız çoğunluk mensupları ile ortak yaşamı mümkün kılacak şekilde görgü kurallarına, kanunlara, hayat tarzına uyarken diğer taraftan kültürel mirasını yaşatmak için dinine, diline, örf ve adetlerine sahip çıkıyor diyebilirim. 

S.C.: Bu bulguların içerisinden sizi en çok şaşırtan, hiç beklemiyordum dediğiniz bir şey oldu mu?

B.S.: Evet, azınlık mensuplarının ruh sağlığının çoğunluk mensuplarına göre daha iyi olduğunu buldum. Bunu beklemiyordum doğrusu. Ben bunu azınlık mensuplarının dini pratiklere çoğunluk üyelerinden daha fazla önem vermesine bağladım. Çünkü araştırma anketimde bu iki değişkenin istatiksel olarak olumlu korelasyon içerisinde olduğunu gördüm. Nitekim kuramsal olarak da bunun böyle olması gerekirdi. Tabii ki tek etken dini pratiklerin fazlalığı olamaz. Benimki sadece bir lisans bitirme teziydi ve bu konuya odaklanmış değildi. Bu bulguyu etkileyen daha birçok değişkenler olmalı ki bunlar ayrı bir tez veya araştırma konusu olabilir. 

S.C.: Tezinizle ilgili başka eklemek istediğiniz bir şey var mı?

B.S.: Araştırmamı Gümülcine şehrinde gerçekleştirdiğim için sonuçların azınlığımızın tamamına veya çoğunluğun tamamına genelleştirilemeyeceğini belirtmek isterim. Dediğim gibi benimki sadece bir lisans bitirme teziydi. Bu yüzden incelenmesi gereken pek çok etken gözümden kaçmış olabilir. Bir de azınlıklar konusunda araştırma yapmak isteyenler için Batı Trakya’dan pek çok tez konusu çıkabileceğini eklemek isterim. 

Siz sormadan karşılaştığım zorluklar nelerdi ondan da bahsedeyim. Anket uyguladığım süreçte, insanlara bitirme tezimle ilgili araştırma yaptığımı belirtiyordum. İlginç bir şekilde çoğunluk mensupları hemen yardımcı olmak isterken, azınlık üyeleri çok çekimser davranıyordu ve birçoğu anket doldurmayı ret etti. Bence bu da ayrı bir araştırma konusu olabilir.

S.C.: Bitirirken, genel olarak lisans hayatınızdan bu yana bir akademisyen gözüyle Batı Trakya’ya bakan biri olarak milletimize ne mesaj vermek istersiniz?

B.S.: Soru için teşekkür ederim. Ben halkımıza azınlığımıza ait derneklerimizin çalışmalarına, etkinliklerine katılmaları yönünde çağrıda bulunmak istiyorum. Birlik beraberliğimizi korumak ve sorunlarımıza çözüm üretebilmemiz için bu çok önemli. Birey olarak her birimiz değerliyiz evet ama bir araya gelip fikirlerimizi tartışmadan, görüşlerimizi, eleştirilerimizi beyan etmeden, toplu halde beklentilerimizi, ihtiyaçlarımızı bildirmeden bizi temsil eden seçilmiş kişiler de etkili olamaz. Bizi ilgilendiren gelişmelere kayıtsız kalarak hiçbir yere varamayız. Fakat maalesef son zamanlarda etrafımdaki bazı insanların (herkesin değil) kayıtsızlık veya azınlık kurumlarına karşı önyargılarından dolayı derneklerimizden uzak durduğuna şahit oluyorum. Dünyanın her yerinde devletler sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını, önerilerini, taleplerini ciddiye alıyor. Ülkemiz Yunanistan için de bu geçerli. Bu nedenle halk olarak aktif katılım sağlayarak derneklerimize desteğimizi eksik etmeyelim ki sesimizi duyurmaya devam edebilsinler. 

Millet gazetesi logo
© 2025 Millet Media
KÜNYE
MİLLET MEDİA Kollektif Şirketi
Genel Yayın Yönetmeni: Cengiz ÖMER
Yayın Koordinatörü: Bilal BUDUR
Adres: Miaouli 7-9, Xanthi 67100, GREECE
Tel: +30 25410 77968
E-posta: info@milletgazetesi.gr
ΤΑΥΤΟΤΗΤΑ
MİLLET MEDİA O.E.
Υπεύθυνος - Διευθυντής: ΟΜΕΡ ΖΕΝΓΚΙΣ
Συντονιστής: ΜΠΟΥΝΤΟΥΡ ΜΠΙΛΑΛ
Διεύθυνση: ΜΙΑΟΥΛΗ 7-9, ΞΑΝΘΗ 67100
Τηλ: +30 25410 77968
Ηλ. Διεύθυνση: info@milletgazetesi.gr