Batı Trakya’nın meçhul sosyal bilimcileriyle sohbetler: Eril tahakkümden eril/dişil enerjiye ‘cinsiyet’ tartışmaları
Kimsenin pek de farkında olmadığı üzere artık eril tahakkümden değil, eril ve dişil enerjinin yokluğundan dem vurulur oldu.
 
                                                            Cinsiyet kavramı modern dönemde, daha açık bir biçimde söylemek gerekirse ‘kadın’ların da ‘erkek’lerin yararlandıkları fırsatlardan yararlanma imkânlarının ortaya çıktığı ama yararlanamadıkları dönemde tartışılmaya başlamıştır. Cinsiyet kavramına yüklenen tanıma bakacak olursak neden özellikle bu dönemde bu derece tartışılmaya başladığı daha iyi anlaşılacaktır. Batı literatüründen bildiğimiz üzere cinsiyet kavramı sex (biyolojik) ve gender (sosyal) olmak üzere iki boyutta ele alınır. Sex, bizim ‘XX, XX’ ya da ‘XX, XY’ kromozomları sayesinde dünyaya biyolojik anlamda dişi ya da erkek olarak gelmiş olmamızla ilgilidir. Gender ise cinsiyeti, her bireyin içinde bulunduğu çevrenin nasıl anlamlandırdığına atıfta bulunur. Basit bir örnekle, modern öncesi toplumda kadının yalnızca çocuk doğurup, onları yetiştirmeyle yükümlü olduğunu söylerken modern dönemde kadının kamusal alanda işgücüne de katılmaya başladığını söylememiz gender kapsamında bir tartışmadır.
Sex ve gender ayrımı, esasında ilk defa Batı’da yapılmış bir ayrım olduğu için bunun Türkçe’deki karşılığının oldukça yapmacık olduğu görülür: Biyolojik cinsiyet ve toplumsal cinsiyet. Bu tartışmalar patlak verene kadar Türkler cinsiyete sadece cinsiyet derdi. Ancak meselenin daha iyi anlaşılması için esasında halihazırda bulunan ama kimsenin aklına pek de gelmeyen bir öneri sunacağım. Biyoloji derslerinden hatırlayacağımız üzere bir ‘eşeyli üreme’ konusu anlatılırdı. ‘Eşeyli üreme’nin İngilizce karşılığı ‘sexual reproduction’dır. Yani zihnimizi hiç de yorma gereği duymadan söylemek gerekir ki, Türkçede ‘sex’in karşılığı ‘eşey’dir. ‘Cinsiyet’ olarak tarif ettiğimiz şey ise ‘gender’dır.
Bu ayrım çerçevesinde özellikle son 70 yılın cinsiyet çalışmalarında, cinsiyetin sosyal inşa bağlamında değerlendirilmesi gerektiği sıkça vurgulanmıştır. Yani insanlar erkek ve dişi olmak üzere farklı eşeylere sahip olabilir ama kendi cinsiyet tanımını, eşey üzerine etiketleyerek, bunu genelleştirmesinin sakıncalı olduğu söylenmiştir. Beşerî karakteri olan birçok fenomende olduğu gibi cinsiyette de sosyal inşacılığı kabul edebiliriz. Ancak sosyal inşacılıktan bahsettiğimiz zaman tek başına “sosyal şartlarda böyle inşa edildiği için böyledir” diyerek işin içinden çıkamayız. “Ne oldu da böyle inşa edildi?” sorusu, esasında sosyal inşacılığın temelidir. Örneğin, cinsiyet çalışmalarında sex ve gender şeklinde bir ayrım yapıldığını söylerken, sosyal bilimcileri bu ayrımı yapmaya götüren bir süreç olduğunu da söylemiştim. Sosyal inşacılık bu şekilde seyreder.
Şimdi biraz devam edelim. Benim üniversitede lisans yıllarında hem sosyal çevremizde hem de sosyal medyada kadın ve erkek arasında net bir biçimde eşitlik olması gerektiği vurgulanıyordu. Marketten ağır poşetlerle çıkan kadına poşetini taşımak bir eril tahakküm örneği olduğu için bundan kaçınmalıydık. Sahiplenme duygusu gibi duygular hakeza. Bugün ise cinsiyette eşitlik arzusunun bittiğini söyleyemesek de, beş sene öncesinin aksine odak başka yere kaymıştır. Kimsenin pek de farkında olmadığı üzere artık eril tahakkümden değil, eril ve dişil enerjinin yokluğundan dem vurulur oldu. Öncesinde kimsenin umurunda olmayan eril ve dişil enerjinin eksikliği şimdilerde insanları evlilikten vazgeçirecek duruma getirdi.
O halde sosyal inşadan bahsederken insanın sadece sosyal yönünün değil biyolojik yönünün de olduğunu hatırda tutmak gerekir. İnsanın sosyal yönünü göz ardı ederek tamamen özcü, biyoloji temelli pozitivist bir analiz yapmak ne kadar sakıncalıysa, sırf günümüz sosyal bilimlerde adından daha çok söz ettiriyor diye inşacılığı, insanın biyolojik doğasını unutacak şekilde kullanmak da bir o kadar sakıncalıdır. Çünkü bu bahsettiğim dönüşümün yaşanması çok uzun sürmedi. Yani eril tahakküm eleştirisinin arka planı asırlar öncesine kadar dayanıyorken eril ve dişil enerji yokluğunun tartışılmaya başlaması birdenbire oldu. Derdim cinsiyet tartışmalarını sosyal inşayı gözden kaçırarak biyolojik temele gömmek değil. Ancak böyle bir çaba nasıl sakıncalıysa tam tersi insanın biyolojik doğasının ıskalanmasının da buna benzer ani geri dönüşleri olabileceğini söylemek gerekir.
 
                     
         
         
         
         
         
         
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                     
                     
     
    