Lafın bölünmesi üzerine: Dönel kavşakta sonsuza kadar beklemek
Üzerine yorum yapmak bol keseden sallamak değilse eğer, bir yerinden tutmalı.

En yaygın insan faaliyetlerinden biri olan diyalog, bu derece basit ve yaygın bir konu olmasına rağmen ömrüm boyunca zihnimi kurcalamaktan geri durmamıştır. Bunun sebeplerinin başında insanların birbirlerinin lafını bölme alışkanlığı geliyor. Birkaç cümleyi aşan çoğu sohbetimde, lafımın her zaman bölündüğünü fark ettim. Oysaki başka birilerinin diyaloğuna şahit olduğumda böyle bir şeye çok nadiren rastladım. Dünya üzerindeki tüm insanların bir araya gelip benim lafımı bölmek için organize olduklarını düşünmek çok saçma geldiği için de belki benim gözlemimde bir hata vardır diye düşündüm.
Bir keresinde bir arkadaşımla sohbet ederken her zamanki gibi benim görece az konuştuğumu görünce, sohbeti kendisinin domine ettiğini düşünüp, biraz da suçluluk duyarak, bir şey söylemek istediğinde araya girebilirsin, deyince gözlemimde hata olduğunu anlamıştım. Lafı bölmek çok da büyük bir sorun değilmiş, herkesin sırası o şekilde geliyormuş. Tıpkı trafik kültürünün içselleştirilmediği ülkelerde dönel kavşakta sıranın kurala uyana değil erken davranana geldiği gibi diyalog kültürü olmayan ortamlarda da diyalog bu şekilde seyrediyor.
Arkadaşımın beni bölebilirsin, şeklindeki lütfu üzerine zihnimde bir şeyler uyanmış olabilir ama ortada bir anormallik olduğunu düşünmeme sebep olan asıl mesele, araya girmek için karşımdakinin konuşmasını bitirmesini beklerken o konuşmanın hiç bitmemesi ve birinin araya girmemesi durumunda sabaha kadar devam edecek olması, konu bittiğinde ise kendiliğinden yeni konuların açılacak olmasıydı. Şans eseri bazen de olur ki karşımdaki yorulur, sen de düşünüyorsun bu konuda diye sorar. Belirtmekte fayda var ki, bu konu dediği konu, en iyi ihtimalle 20 dakikadır konuştuğu bu nedenle herhangi bir yerinden tutup da üzerine yorum yapmamın mümkün olmadığı hatta yekpare tek bir konuyla sınırlandırılamayacak bir konu.
Üzerine yorum yapmak bol keseden sallamak değilse eğer, bir yerinden tutmalı. Bir yerinden tutabilmek için ona göre konuşmalı. Yani diyalog, diyalog olmalı. Diyaloğun diyalog olabilmesi için her iki tarafın hem konuşması hem de dinlemesi gerekir. Bizde diyaloglar umumiyetle karşımızdakinin söylediklerini dinleyip anladıktan sonra buna yorum geliştirmek şeklinde değil -nitekim karşımızdaki de bunu yapmamız için konuşmuyor, karşımızdakinin kendi içini döktüğü gibi bizim de “aa, benim de böyle bir derdim var” dememiz şeklinde seyrediyor.
Gelin görün ki diyalogun diyalog olmaması bunun gerçek anlamda bir iletişim biçimi olmadığı anlamına gelmiyor. Diyaloğun tüm niteliksizliğine rağmen her iki taraf da umduğunu buluyor ve birbirleriyle anlaşıyorlar. Birbirleriyle anlaşıyorlar ama birbirlerini anlamıyorlar. Anlamadıkları içindir ki diyaloglar en basit bir fikrin fitilini ateşleme konusunda yetersiz kalıyor. Fikir odur ki, akıl yürütmeden bağımsız düşünülemez. Logos bu yüzden logic’e evrilir, nutuk bu yüzden mantığa evrilir. Ama bu logos’un logos olabilmesi için logos’u icat etmiş olan insanın, onu icat ederkenki yetkinlikte logosu icra etmesi gerekir.
Zannediyorum, bu yüzden çok fazla konuşmamakla suçlanıyorum. Bu yüzden, yani konuşmak için sohbeti bir tarafından tutma ihtiyacı hissettiğim için.