Nefes alamıyoruz
Aylardır koronavirüsün etkisinde kalan dünyamız “yeni normal” denilen düzene nasıl geçileceğini tartışırken, ABD’de meydana gelen ırkçı polisin cinayeti ile ülk

Aylardır koronavirüsün etkisinde kalan dünyamız “yeni normal” denilen düzene nasıl geçileceğini tartışırken, ABD’de meydana gelen ırkçı polisin cinayeti ile ülkede isyan hareketinin başlaması gündemin ana konusu oldu.
ABD’de George Floyd isimli siyah tenli bir vatandaşın ırkçı bir polis tarafından boğularak öldürülmesi önce ABD’yi sonra da dünyayı ayağa kaldırdı. Aslında ABD’de polislerin siyah vatandalara ırkçı muamelesi ve bu şekilde öldürmesi ilk değil. Bu tür cinayetler sıkça meydana geliyor. Verilere göre, son birkaç yılda bin siyah bu şekilde öldürüldü. Bu cinayetlere karşı duyarlı beyaz ve siyah insanlar yine protesto için sokaklara dökülür tepkisini ortaya koyar, olaylar fazla büyümeden bir şekilde bastırılır ve dinerdi. Dünya medyasında da olaylar yansıtılır, bir süre sonra unutulurdu. Taa ki yeni cinayetler işlenene kadar.
“ADALET YOKSA BARIŞ DA YOK”
Son olayın öncekilerinden farklı olduğu anlaşılıyor. Olaylar ABD ve Avrupa çapında yayıldı ve giderek büyüyor. Yapılan gösterilerde protestocular: Adalet yoksa, barış da yok diyerek ortalığı ateşe vermeye devam ediyor. ABD Başkanı Trump orduyu görevlendirdi. Ardından dikkat çekici bir açıklama yaptı. Protestoların bu çapta büyümesi ve birçok yerde yağma ve şiddete dönüşmesinin arkasında ANTİFA örgütünün bulunduğunu ve bu nedenle terör örgütleri listesine dahil edileceğini ve gerekirse askeri güç ile ateşle karşılık verileceğini söyledi.
Bence bu kez bu olayın bu kadar etkili olmasında ve dünya çapında insanların sokaklara inerek protestolarda bulunmasında, Floyd’un hunharca katledilişini en çıplak şekilde vatandaşın cep telefonuyla sosyal medya üzerinden dünyaya servis etmesi oldu. Tam bu noktada vatandaş gazeteciliğinin ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer görüşlere göre ise, olayların bu denli büyümesinin asıl sebebinin aslında hep var olan ırkçı rejimin zulumleri ve adaletsiz gelir dağılımından kaynaklanan öfkeyi taşıran son damla olduğu söyleniyor. Koronavirüs sürecinde sağlık sisteminin çökmesi ve zengin-fakir ayırımının iyice ortaya çıkmasının toplumda biriken gazın patlamasına sebep olduğu, bu konuda ileri sürülen dikkat çekici bir tespittir. Dünya medyasına yansıyan haberlerde ABD’de zenci ve fakir olanların koronavirüsten en çok etkilenen kesim olduğu ve bunun da özel olan sağlık sisteminin ABD’de binlerce euroya mal olan koronavirüs tedavisini karşılayacak durumda olmadığı, hastanelerin fakirleri tedavi etmediği vurgulanmaktadır.
ABD Başkanı Trump, olaylar çığırından çıkınca kışkırtıcı unsur olarak ANTİFA örgütünü sorumlu tuttu ve terör listesine dahil edileceğini söyledi. Trump şiddet ve yağma kendilerine dokununca birilerini sorumlu tutup hemen terörist ilan ediyor. Ama şiddet başkalarına dokununca, hatta PKK gibi terör örgütleri binlerce masum insanı katlederken sesi çıkmıyor. Çünkü PKK, DAEŞ gibi terör örgütlerini zaten açıktan destekliyor. PKK’yı Suriye’de müttefik edinen ve silahlandıran ABD’nin Başkanı Trump, Twitter’dan yaptığı açıklamada DAEŞ’i de ABD derin devletinin kurduğunu söylemişti. Şimdi terör örgütü ilan ettiği ANTİFA’nın da aslında yine ABD derin devleti tarafından kurulduğu iddia ediliyor. ANTİFA’nın PKK ile ilişkisini belgeleyen haberler google’da mevcut. Anlaşılan o ki, devlet içindeki güçler dengesi bozulunca, iç hesaplaşma, devletin zayıflaması gibi etkenler ortaya çıkınca üretilen kötü örgütler sahibini tehdit eder duruma geliyor.
Demek ki neymiş? Kazdığın kuyuya bir gün gelir kendin düşersin. Nihayetinde “eden bulur” ve “ne ekersen onu biçersin” gibi deyimler boşuna söylenmemiş. Hiçbir kötülük kimsenin yanına kâr kalmaz.
“NEFES ALAMIYORUM”
Kibirli beyaz ırkçı polis tarafından öldürülürken son nefesini "Nefes alamıyorum" diyerek veren Floyd, aslında zalimlerin düzenindeki dünyamızda nefes alamayan bütün mazlumların nefesi ve sesi olmasına vesile oldu. Böyle olduğu içindir ki, “Nefes alamıyorum” dünyada çok benimsendi ve slogan haline geldi.
Ne olursa olsun, bu olaylar bir “toplumsal gaz” birikimi olmasa, zulüm ve adaletsizlik olmasa insanlar sokağa inmez, haksız düzene isyan başlamaz. Şiddet ve yağma tabii ki tasvip edilemez, ama adaletsiz ve zalim düzene karşı herkes isyan eder, etmelidir. Yoksa dünyada hak-hukuk kalmaz, meydan zalimlere teslim edilmiş olur.
“HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTANDIR”
Peygamber Efendimizin insanlığa bahşettiği ölümsüz sözünü unutmamak lazım: Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
ABD’deki haksızlıklar karşısında susmayan insanlar, keşke dünyanın her yerinde yapılan haksızlıklar karşısında aynı duyarlılıkla sesini yükseltse. O zaman tek merkezli bozuk düzenin tezahürü olan haksızlıklar ve zulümler de en azından gündemde kalır ve farkındalık pekiştirdi. Bu da başka gelişmelere vesile olurdu.
Salih Canbaz’ın bu haftaki yazısındaki tespitine katılıyorum. Dünyanın her yerinde masum insanlara zulmediliyor. Neden sadece George Floyd’un katline ve ABD’deki ırkçılığa ve ayrımcılıklara karşı tepki gösteriliyor? Doğru olan, dünyanın neresinde olursa olsun ve kime yapılırsa yapılsın haksızlıklara kayıtsız şartsız karşı çıkmaktır. Yoksa bu tepkiler, ABD’nin Vietnam’daki zulümlerini aklamak için çekilmiş sözde eleştirel Amerikan filmlerinden bir farkı olmaz. Yak, yık, sonra da bir filmle günah çıkar. Yapan da eleştiren kendin ol. Kamuoyunun gazını al, reflekslerini körelt, sistem devam gitsin... Oh ne güzel dünya...
İsrail’de, Suriye’de, Afrika’da, Orta Amerika’da, Çin’de Doğu Türkistan’da ve daha birçok yerde yapılan haksızlıklar, işlenen cinayetlere de, Batı Trakya ve daha birçok yerde yapılan zulümlere de karşı çıkmak, tepki göstermek gerekiyor. Yoksa bu tepkilerin bir faydası olmaz. Modern tekniklerle gazınızı aldıktan sonra her şey eskisi gibi olur.
Bazıları da sadece işine gelen haksızlıklara karşı geliyor. Bu yanlıştır. Bakıyorsunuz başka ülkelerdeki haksızlıkları patlatırken, kendi ülkesindeki haksızlıkların savunucusu kesiliyor, gerçekleri çarpıtıyor, haksızlıklara ortak oluyorlar. Ülkemiz bu konuda belki de dünyada bir numara. Kendi suçlarını örtmek için gerçekleri çarpıtmakta bu kadar mahir olanı yoktur sanıyorum. Batı Trakya Türkleri ve Makedonlar başta olmak üzere ülkedeki farklı halk ve kültürlere yönelik haksızlıklarını bir lütuf gibi sunmakta milli ve dini görev şuuruyla mahirleşen bir devlet mekanizmasından bahsediyorum.
RESMİ PROPAGANDA ve SUSKUNLUK SARMALI YÖNTEMİYLE NEFES ALDIRMAMAK
Devlet olarak polisi, askeri, siyasetçisi, bürokratı, hukukçusu, akademisyeni, papazı ve gazetecileri ile organize olmuş derin bir yapı ile karşı karşıyayız ve oluşturulan bu ideolojik mekanizma ile sadece resmi ortodoks rum kimliği olmayan azınlık kimliklere değil, ülkedeki çoğunluğa da baskı uygulanmakta ve nefes aldırılmamaktadır. Öyle bir baskı ki, hakkı haykırmak isteyen veya haksızlık karşısında susmak istemeyen resmi kimliğe ait vatandaşlara bile nefes aldırmıyor.
“Batı Trakya’da Türk Azınlık yaşıyor, bu insanların kendilerini Türk olarak tanımlama hakkına saygı duyulmalıdır” diyen çoğunluk kimliğine mensup vatandaşların hayatı da zehir ediliyor. Devlet mekanizması harekete geçirilerek kilise, medya, siyaset ve diğer aparatlar ile topluma psikolojik baskı uygulanıyor ve konuşmak isteyenler suskunluk sarmalına çekiliyor. Suskunluk sarmalı, medya ve iletişim biliminde yer alan bir kuram. Buna göre herkesi tek bir kalıba sokmak isteyen devlet mekanizması, medya üzerinden propagandasını topluma beninmsetmek için papazını, siyasetçisini, hukukçusunu, askerini konuşturur ve gündemini belirler. Bununla gece-gündüz baskı yapan ve düşünmeyen cahil kesimleri etkisi altına alan mekanizma, aklı başında, oyunların farkında olan kesimi de toplumdan dışlanma ve tehdit korkusuyla susturur. Buna iletişimde “suskunluk sarmalı” denir.
Tabii şuursuz güruhlar ve rahatını bozmak istemeyen kesimler bilinçli veya bilinçsiz haksızlıklar karşısında susmayı seçebilir. Ancak herkes susmuyor. Her türlü baskı ve tehdide rağmen haksızlık karşısında susmayan hakikat erleri de var ve var olmaya devam edecektir. Yoksa dünyamız bunların cesareti olmasa çoktan yok olurdu. Tabiatta her şey denge ile ayakta durur. Haksızlığı yapan ve savunanlar bir tarafta, haksızlıklara karşı çıkan ve hakkı ikame etmeye çalışanlar diğer tarafta. Bunlar kıyamete kadar var olacak ve birbiriyle savaşacaktır. Önemli olan bizim doğru tarafta yer almamız ve galip gelmemizdir.
Hak ile Batıl kavgasında haklı taraf pes etmedikçe, adalet ve iyilik çoğaldıkça insanlık yok olmayacaktır.