Ötekine karşı bir sorumluluk etiği olarak helalleşmek: Rasim Özdenören ve Alev Alatlı’nın ardından
Rasim Özdenören ve Alev Alatlı, her ikisi de helallik meselesine değinir ama her ikisi de bunu, meselenin iki farklı tarafından tutarak yapar.
Dün Alev Alatlı hocanın vefatı üzerine sosyal medyada, hocanın daha önce helalleşmekle ilgili söylediği sözler paylaşılmaya başladı. Çok net ve vurucu ifadelerle helalleşmenin etik boyutunu ortaya koyuyordu. Helalleşmek, bugün hepimizin yakından bildiği bir husus ama bunun etik bir boyutu olduğunu unutuyoruz. Alev Alatlı’dan önce de Rasim Özdenören Yeni Şafak’ta kul hakkı meselesini ötekine yönelik bir sorumluluk etiği bağlamında ‘Kul hakkı versus İnsan hakkı’ yazısıyla değerlendirmişti.
Yakından bildiğimiz çoğu şeyde olduğu gibi bu konu da bize pek bir şey ifade etmiyor. Kul hakkı, ve ötekine yönelik sorumluluk etiği… Güzel yakalamışım, ee sonra? Sonrasını görebilmek için bu konuyu bu kadar yakından bilmemek, biraz uzaklaşmak gerekiyor. Bu yüzden daha öncesinde ‘Hakkını helâl etmenin etnografyası’ başlıklı yazımla kul hakkı bahsinin çeşitli kültürlerde farklı şekilde alımlandığını ortaya koymuştum. Buna göre biz, durup dururken sinirlendiğimiz bir kimseye “hakkımı helal etmiyorum!” şeklinde bir çıkış yapabiliyoruz. Bazı kültürlerde ise “hakkını helâl et” şeklinde bir ifade bile kullanılmıyor. Neticesinde varacağım nokta şudur ki, canımız bir kimsenin davranışına sıkıldığı için keyfimize göre hakkımızı helâl etmemenin sorumluluk etiğiyle bağdaşır bir yanı olmadığıdır. Bu türden çıkışlarda bulunan insanların, bunu yaparken insan olduklarını unuttuklarını düşünürüm hep. Oysaki insan olma gayretinde olan ben, yarın öbür gün birine karşı farkında olmadan yapacağım bir hata sonucunda bana hakkını helâl etmemesi ihtimalini düşünürüm. Zaten bu yüzden etikten bahsediyorum, insan olduğumuz için. İnsan olduğumuzu unuttuğumuz noktada etik boyut da ortadan kalkıyor.
---
Yahudi filozof Levinas, zamanında geliştirdiği ötekilik etiğinde davranışlarımızda ötekinin yüzünü görmemiz gerektiğini vurgular. Ateist bir filozof olarak Levinas, felsefesini Yahudi fıkhı üzerine inşa etmişti. Birçok şahsiyetin düşünce sisteminde, içinde bulunduğu toplumun inanç sisteminin nüveleri yatar; o kişi istediği kadar ateist olsun. İçinde herhangi bir aşağılık kompleksi barındırmayan ateist Levinas Yahudi fıkhının üzerinde yükselmekte de beis görmüyordu. Konumuzla bağlantığı olduğu için Levinas’ın üzerinde duruyorum ama aklınıza gelebilecek çoğu şahsiyetin kurduğu sistemde açık veya örtük benzer durumları görürüz.
Ancak Levinas’ın sorumluluk etiği bizim sorunlarımızı çözmüyor. Vaktizamanında, kendisine Filistin’le ilgili düşünceleri sorulduğunda, onların öteki olmadığını, insanın kendi bulunduğu cemaati bağlamında bir ötekinden bahsettiğini söylemişti. Yani Levinas için öteki bir başka Yahudidir. İnsan Hakları ise temelde her ne kadar Yahudilerin dünyada barınabilmesi için ama bununla birlikte Batılı olsun, olmasın herkesin dahil edildiği bir haklar sistemi olsa da Levinas’ın etiğine paradoksal bir biçimde terstir çünkü Filistinliler’e de birtakım haklar verir ve en nihayetinde her ikisinin de Yahudiliğin yüzü suyu hürmetine kurulduğu görülür; her ne kadar İnsan Hakları Yahudilerin de ötesinde bazı halkları kapsadığı söylense de.
İnsan Hakları, ‘sadece Yahudileri değil ama her halükarda Yahudileri de’ kapsıyorsa, yani ‘herkes için’se daha fazla bir şey aramaya ne gerek var? Rasim Özdenören’in söyledikleri burada imdadımıza yetişiyor. Özdenören İnsan Hakları’nın “Ey kilise, sen sensen, ben de benim; senin bana karşı hakların varsa, benim de sana karşı haklarım var!” motivasyonuyla ortaya çıktığını söylüyor. Kısacası Kilise birtakım insanların ‘ben’ olmalarına izin vermediği için, Kilise’den söküp alınan haklar da ‘ben’ motivasyonuyla alınmıştır. Ancak şöyle bir gerçek de vardır ki, ‘ben’im için önemli olan neyse, ‘ben’im ağrıma ne gidiyorsa, ‘ben’im canımı ne acıtıyorsa, bir Türk için de önemli olan o olacaktır, bir Hintlinin de ağrına o gidecektir, bir Afrikalının da canını o acıtacaktır. Ez cümle, evrensel olduğu söylenen İnsan Hakları evrensel bir biçimde oluşturulmamıştır.
Oluşturulamazdı da çünkü insani olan hiçbir şeyi evrensel bir biçimde kuşatamazsınız. Alev Alatlı’nın yasal olan bir şeyin aynı zamanda helâl olmayabileceğini söylemesi de bununla ilgilidir. Hatta yerel olanı da işin içine katmaz, doğrudan bireysel vicdana yoğunlaşır, bu şekilde insanların yasanın şiddeti altına ezilmesine izin vermez, çünkü bizim dışımızda bizim için geliştirilen her türlü fikrin bizim aleyhimize dokunan bir tarafı da vardır.
---
Rasim Özdenören ve Alev Alatlı, her ikisi de helallik meselesine değinir ama her ikisi de bunu, meselenin iki farklı tarafından tutarak yapar. Ama bir noktada ikisi de birbirini tamamlar. Alev Alatlı fikirlerini kurguladığı biçimiyle helalleşmenin kendisine odaklanır. Yani orada önemli olan yanlışı yaptıktan sonra helalleşebilmektir. Alev Alatlı’nın bu konuda söylediği, yazıp çizdiği başka şeyler var mıdır bilmiyorum ama bunu sistemli bir biçimde dile getirmeye çalıştığımız takdirde tıkanırız çünkü helalleşmenin önünü açarken adaletsizlik yapmanın önünü kapatmamış oluruz; işin sadece sonunu, yani helalleşmenin kendisini düşündüğümüz için. Rasim Özdenören ise bunu kul hakkını gözetme boyutuyla yani işin başını düşünür. “Aman başkasının hakkını yemeyeyim, aman başkasının mülkiyetine bir haksızlık yapmayayım, aman başkasının dinine, vicdanına ilişkin bir hakkı ihlal etmeyeyim” şeklinde tarif eder. Ama tek başına Özdenören’in söyledikleri de naif kalır, çünkü affetmek geri planda kalır. Burada her ikisini de bağlayacak nokta Alatlı’nın düşüncesinde ‘ötekilik’ bahsini, Özdenören’in düşüncesinde ise ‘sorumluluk’ bahsini daha çok vurgulamak olacaktır. Kısacası “Bana her türlü günahla gelin, kul hakkıyla gelmeyin” şeklindeki kudsi hadisin yanında “zulmedeni affedeceksin” şeklinde de bir kudsi hadis olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu şekilde adalet iddiasında olan Müslümanlar kul olan herkesin hakkını gözetecektir.