Sosyoloji ve(ya) yapay zekâ

Pozitivist yöntem her şeyden önce bir özne olan insanın özne oluşunu görmezden gelir ... Bugün geldiğimiz noktada yapay zekâ da bunun önünü açıyor.

Köşe Yazıları 25 Kasım 2023
Sosyoloji ve(ya) yapay zekâ

Ön not: Daha önce yazılarımın başlığında kullandığım 'Batı Trakya'nın meçhul sosyal bilimcileriyle sohbetler' ibaresinin Türkiye'deki arkadaşlarımdan gelen öneri üzerinden bu yazımdan itibaren kullanmama kararı aldım. Özetle, bu ibare Batı Trakya'da sosyal bilimlerle ilgilenenlerin ilgisini çekmek için tercih edilmişse de bu sefer Batı Trakya dışındakilere hitap etmiyormuş gibi izlenim verdiği için başlıklarımdan çıkarma kararı aldım. Yine de en azından yazılarımın bir kısmında kullandığım için amacımın her halükarda az ya da çok gerçekleştiğini düşünüyorum.

Gelelim yazımıza. Sosyoloji disiplini kurulduğu ilk zamanlardan itibaren başta kendisi olmak üzere birçok şeyle hesaplaşma içerisinde olmuştur. Kendisiyle hesaplaşması tükürdüğünü yalama biçiminde olmuştur. Çünkü sosyoloji kurulduğu zamanlarda, kendisini bir doğa bilim disiplini kapsamında tanıtıyordu. Sosyoloji, elimizin tutabildiği, gözümüzün görebildiği, hadi bir de hissedebildiğimiz olgular dışındaki dünyayı hakikat dışı addeden pozitivizmin kucağında kendisini meşru gösterebilirdi. Comte’un çabası buydu. Bütün bu çabasına rağmen değerlendirmeleri oldukça soyut, belki de metafizik düzeyde kalan Comte’un sosyolojisini Durkheim ayakları yere basan bir disiplin haline getirecekti. Durkheim’ın çalışmaları, bugün esamesi okunmayan tüm o pozitivist tutumuna rağmen sosyolojinin tesisi için gayet mühim katkılar olarak kendini gösterir. Sosyolojinin metodolojik anlamdaki kurucusunun çalışmalarında, o pozitivist yöntemin ardında debelenen, gün yüzüne çıkmak için çırpınan bir insan varoluşunun derinlerde bir yerden sesleri gelir.

O varoluş, sosyolojik yöntemin bir diğer sacayağının kurucusu Weber sayesinde kendisini lâyıkıyla duyurmayı başardı. İnsanın, pozitivist yöntemle analiz edilmesi mümkün olmayan bir cevheri vardı, bunun için de sosyolojiyi doğa bilimden ziyade bilim tanımının sınırları dışına çıkmadan sosyal bilim olarak tanıtmak gerekiyordu. Burada davrandığı gibi Alaska’da da davrandığı için yaşama tutunamayan bir karınca topluluğunun analizi için doğa bilimleri yeterliyken, Alaska’ya gittiğinde yaşayabilmek için kendine özgü mimari yaratabilen insanın analizi için sosyal bilim gerekliydi. Said Halim Paşa'nın dediği gibi "Her milletin kendine has fikirleri ve hisleri olmasaydı, içtimaiyat ilmi (sosyoloji), hayvanat ilmi (zooloji) ile garip bir şekilde memzûc (iç içe) bulunurdu". Kısacası insan her yerde olduğu gibi olan bir araştırma nesnesi değildi. Dahası insan bir nesne değil özneydi. Dolayısıyla bir özne olarak sosyoloğun araştırma nesnesi de esasında kendisi gibi bir özneydi; nesne değildi. Hülasa araştırmacı, araştırdığı konuyu belirleyen biriyken araştırdığı konu tarafından da belirlenen birisidir. Burada öznenin Fransızca karşılığına da imada bulunuyorum. Öznenin Fransızcası olan ‘sujet’nin, Türkçe’deki gibi sadece aktif değil aynı zamanda ‘teba’ gibi pasif bir anlama da sahip olan bir karşılığı da mevcuttur. 

Konuyu daha fazla bulanıklaştırmadan yapay zekâyla ilgili değerlendirmelerimin zeminini hazırlamak için pozitivist yöntemin neden terk edildiği üzerine biraz daha düşünelim. Pozitivist yöntem her şeyden önce bir özne olan insanın özne oluşunu görmezden gelir. Onu rakamların hegemonyası altına alarak hesaplanabilir, planlanabilir, şekillendirilebilir, en nihayetinde yönetilebilir bir nesne olarak tasavvur eder. Bugün geldiğimiz noktada yapay zekâ da bunun önünü açıyor. Sosyoloji ise bizim diyarlarda pek rastlamasak da, bize çok da uzak olmayan başka bazı diyarlarda yapay zekâyla çoktan birtakım ilişkiler kurmaya başlamış durumda. Ancak bu ilişki sadece sosyoloji değil genel anlamda sosyal her araştırmayla kurulmaya başladı. Burada da yazımızın başlığını açıklamak icap eder. ‘Sosyoloji ve(ya) yapay zekâ’ dedim. Bunu ‘Sosyoloji ve yapay zekâ/Sosyoloji veya yapay zekâ’ biçiminde de düşünülebiliriz. Yani, derdim sosyolojinin yapay zekâya rağmen varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği üzerine bir şeyler söylemek. Sözgelimi bugün seçim öncesi bir parti Twitter üzerinden duygu analizi yaparak propagandasını seçimden azami oy alabilecek şekilde sürekli yeniden şekillendirebilir. Daha açık olmak gerekirse, her gün sayısız Tweet’in atıldığı Twitter, yapay zekâ terimleriyle konuşacak olursak bir Big Data ortamı olarak karşımızda duruyor. Bir parti, bu ortamda kendisini konu eden verileri çekip, bunları olumsuzdan olumluya olacak şekilde -2, -1, 0, +1, +2 şeklinde kodlayabilir ve o haftanın propagandasının Twitter ahalisi tarafından nasıl puanlandığına bakarak kendisini buna göre sürekli yeniden şekillendirir. Bu türden bir mühendislik örneğinin neden sakıncalı olduğunu pozitivizm eleştirisi bahsinde konuştuk. Buna ilâve olarak, sermaye sahiplerinin bu türden analizleri daha iyi yapabilme imkânına sahip olacağını varsayarsak, yapay zekânın aynı zamanda eşitsizlik anlamında da bir sorun yaratacağını söyleyebiliriz. Bu örnek, belki de örneklerin en basitiydi. İnsan varoluşunu baskılayan daha nice çalışmalara rastlamak mümkün ve bunu yapmak için de sosyolog olmaya gerek yok. Tek başına mühendis olmak bile bunları yapmak için yeterli. Belki sosyolojinin C. Wright Mills tarafından muhayyile ile ilişkilendirmesi bu sayede daha anlamlı olacaktır. Sosyoloji bu tarz teknisyenliklerin ötesinde insan varoluşunun ürünü olan muhayyileyle ilişkilidir. O halde diyebiliriz ki insan varoluşu, bir dönem kendini pozitivist kafes içerisinde bulmasına rağmen onun esnek, müphem doğası demir parmaklıklar arasından dışarıya çıkabilmesine imkân verdi. Adorno’nun Hegel’i eleştirirken dediği gibi varoluş kaygısı sistemleşmiş toplumun klostrofobisidir”. İnsan varoluşu bu haliyle kapalı kalmaya dayanamayan bir mahiyete sahiptir. Tarihte madde ve varoluş sürekli birbirleriyle rekabet etmiş, kâh birisi kâh ötekisi birine galip gelmiş ama son tahlilde hiçbiri diğerini ortadan kaldıramamıştır. Görünen o ki, maddenin temsilcisi olarak yapay zekâ hızlı bir biçimde insan varoluşunu hegemonyası altına almaya başlamış durumda. İnsan varoluşunun bastırılmaya dayanamayan mahiyetini göz önünde bulundurursak bu hegemonya, bütün insanları yok etmediği sürece elbet yumuşayacak. 

Ancak burada sosyologlara düşen görev bu varoluşun kendiliğinden taşmasını beklemek midir? Şüphesiz sosyoloğun kendisi bir insan olduğu için varoluşu buna razı olmayacaktır. Ne yapacak bu sosyolog? Fenomenolojik bir fışkırmayla kafesin dışına çıkar ama hiçbir şey yapmadan gezinip durur halde bulur kendisini. Bir yere basabilmek için maddenin kendisine kendisi de ihtiyaç duyar. Ama maddenin hegemonyası altında değil. Bilâkis maddeyi varoluşun hegemonyası altına alarak bunu yapabilir. Ez cümle: Weber’in pozitivist sosyolojiyi aşan metodolojisine rağmen istatistiklerden yararlanmaya devam ettiği gibi, Adorno’nun hakeza Hegel’i yerden yere vurmasına rağmen sayılardan vazgeçmediği gibi pekâlâ biz de yapay zekâdan vazgeçmeyeceğiz, ona tâbi de olmayacağız.  

Millet gazetesi logo
© 2024 Millet
KÜNYE
MİLLET MEDİA Kollektif Şirketi
Genel Yayın Yönetmeni: Cengiz ÖMER
Yayın Koordinatörü: Bilal BUDUR
Adres: Miaouli 7-9, Xanthi 67100, GREECE
Tel: +30 25410 77968
E-posta: info@milletgazetesi.gr
ΤΑΥΤΟΤΗΤΑ
MİLLET MEDİA O.E.
Υπεύθυνος - Διευθυντής: ΟΜΕΡ ΖΕΝΓΚΙΣ
Συντονιστής: ΜΠΟΥΝΤΟΥΡ ΜΠΙΛΑΛ
Διεύθυνση: ΜΙΑΟΥΛΗ 7-9, ΞΑΝΘΗ 67100
Τηλ: +30 25410 77968
Ηλ. Διεύθυνση: info@milletgazetesi.gr