İsrail'in "vadedilmiş topraklar" miti: Teopolitik söylemin istismarı
FSMVÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, siyonistlerin hedeflerine ulaşmak için dini nasıl bir araç olarak kullandıklarını AA Analiz için kaleme aldı.
Modern siyonistler kendilerini Hz. Musa’nın kavmi İsrailoğulları ile özdeşleştirdi ve seçilmiş bir ırk olduklarını ileri sürerek, insanlığa karşı işledikleri her suçu ve bugünlerde gerçekleştirdikleri soykırımı zihinlerinde meşrulaştırdılar.
Teopolitik kavramı 18. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren seküler siyasetin karşısındakini tanımlamak için kullanılmaya başlandı ancak çok yaygınlaşmadı. Daha ziyade Katolik siyasi söylemi tanımlayan bu kavram, aynı dönemde farklı arayışlara giren Yahudi mistisizmi tarafından da desteklendi. Kavramsal olarak siyasi argümanlarını ve egemenlik teorilerini dine dayandıran bütün anlayışlar için kullanılan bu kelime, bugünlerde farklı bir zeminde tartışılıyor.
7 Ekim’de gerçekleşen Aksa Tufanı karşısında, İsrail’in milyonları hedef alan ve 50 bine yakın insanın hayatına mal olan saldırılarıyla ilgili teopolitik söylemi bir meşruiyet aracı olarak kullanması, bu kavramı yeniden gündeme getirdi. Burada can alıcı soru; İsrail teopolitik bir devlet midir? Bu anlayışın bir sınırı veya kabul edilebilir evrensel değerleri var mıdır?
Siyonistler "arzımevut"la kendi halklarını da istismar ediyor
İsrail’in kural tanımaz liderleri son 1 yılda cephede her sıkıştıklarında Yahudi geleneğinden, Tevrat ve diğer klasik metinlerden alıntılar ile kendi kamuoylarını ve askerlerini motive etmeye çalıştılarsa da temelde İsrail teopolitik bir devlet değildir. 19. yüzyılda siyonizm kendisini her ne kadar antisemitizmin karşısında konumlandırmış olsa da önderlerinin neredeyse tamamına yakını Museviliği bir araç olarak kullandılar ve kendileri moderniteden beslenirken Avrupa'daki Yahudi topluluklarını klasik metinlerle yönlendirerek hileli bir yol seçtiler.
Esasında İsrail Devleti'ni kuranların zihin dünyasına ve bugün binlerce insanın ölümünde parmağı olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun defalarca açıklanmış bireysel tercihlerine bakılırsa Teo/Tanrı veya bir dinle özellikle de Musevilikle ilişkilerinin olduğunu söylemek oldukça güçtür. Eğer her sıkıştıklarında sarıldıkları geleneksel dini yorumlara bağlı olsalardı asırlardır mekandan mekana taşıdıkları Ahid Sandığı'ndaki on emrin en önemlisi olan "öldürmeyeceksin" hükmüne sadık kalırlardı. Aksine İsrail Devleti'nin öncülerinin tamamı şu anda sığınılan geleneksel değerlerden uzak kimselerdi ve hiçbirinin dilinde Teo/Tanrı veya Tevrat yoktu. Zaten İsrail devletini de on emrin yasakladığı her şeyi yaparak kurdular.
Siyonistlerin, hedeflerine varmak için taraftar toplamaya ihtiyaçları vardı. Siyonistler, Avrupa’nın farklı yerlerinde yaşayan ve antisemitizm mağduru kabul edilen halkı ikna edebilmek için milattan önce 6. yüzyıla kadar inen bazı mistik, dini metinlerdeki "arzımevut" yani "vadedilmiş topraklar" mitini kullandılar. Romalılar tarafından sürgün edilip dünyaya dağılan Yahudiler, tarih boyunca yurt arama fikrini daima canlı tuttular. Kahinleri tarafından dini metinlerine yerleştirilen ve zihinlerinde tekrarlanan "Eretz İsrail'e" yani "İsrail Diyarı'na" dönme ve burada bir Yahudi devleti kurma idealini korudular. Nitekim 19.yüzyıldaki ilk siyonistler esasında dini bir gerçeği olmayan bu düşünceyle kendi halklarını istismar ettiler. Dahası modern siyonistler, kendilerini Hz. Musa’nın kavmi İsrailoğulları ile özdeşleştirdi ve seçilmiş bir ırk olduklarını ileri sürerek, insanlığa karşı işledikleri her suçu ve bugünlerde gerçekleştirdikleri soykırımı zihinlerinde meşrulaştırdılar.
Dini referanslar ile Yahudiliğin istismarı yeni bir şey değil
Aksa Tufanı akabinde Netanyahu, katliamlarını karanlık güçlere karşı savaş olarak nitelendirdi. Netanyahu'nun Gazzelileri İsrailoğullarının azılı düşmanı Amaleklere benzetmesi teopolitik bir yaklaşım olsa da katliam ve soykırımı meşrulaştırma gayretinden başka bir şey değildir. Hangi din veya ilahi dava çocuk, kadın, yaşlı, hasta ve elinde silahı olmayan sivilleri hedef almayı meşru görebilir? Bu bağlamda literatürde teopolitik kavramın muhtevasına negatif bir anlam yüklenmiş olsa bile bu kavram bugün İsrail’in ve onu yönetenlerin insanlığa karşı işledikleri suçları izah etmekten çok uzaktadır.
Kuşkusuz bugünkü olaylarda Yahudiliğin kendi kaynaklarının da etkisi büyüktür. Yahudi dini metinlerinde sık sık Hz. İbrahim’e yabancı olarak geldiği Kenan diyarının vadedilmesi fikri siyonistlerin Filistinlilere ait topraklara yerleşmelerinin dini referansını oluşturarak her türlü işgali meşrulaştırıyor. Maalesef Yahudi dini metin ve kaynakları da günümüze kadar Yahudilerden başka din adamları, düşünür ve entelektüeller tarafından yeterince incelenip yorumlanmadığı için evrensel bir tartışma zeminine taşınmadı. Böylece Yahudi halkı bu metinlerle kolayca manipüle edildi.
Esasında dini referanslar ile Yahudiliğin istismarı yeni olmadığı gibi Netanyahu’nun bu konudaki sabıkası da yeni değildir. Netanyahu'nun İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak ilan edip dünyadaki Yahudileri bu devletin vatandaşı kabul ederken, İsrail’de yaşayan Arapları ikinci sınıf vatandaş statüsüne düşürmesi hem dini değerlere ve hem de uluslararası hukuka aykırıdır. Nitekim on emirden biri olan "Tanrı'nın adını boş yere anmayacaksın" hükmünün de açık ihlali olan davranışlarıyla, Netanyahu ve çevresinin adeta insanlığa karşı suç işlemeyi bir din haline getirdiklerini söylemek abartılı olmayacaktır. Bundan dolayı Netanyahu ve çevresi hem uluslararası hukuk bağlamında ve hem de bütün dinler ve özellikle samimi Museviler nezdinde durdurulması gereken bir suçludur. Tarih onu böyle yad edecektir.
[Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi ve Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF) Başkanıdır.]
AA