DOĞRU SÖYLEYENİ HAPİSHANEDEN BİLE KOVARLAR
Bir laz fıkrası dinlemiştim: Dursun, dört cinayet ve bir banka soygunundan müebbet hapis cezasına çarptırılmış, fakat bir ay sonra hapisten çıkıyor ve arkadaşı
Bir laz fıkrası dinlemiştim: Dursun, dört cinayet ve bir banka soygunundan müebbet hapis cezasına çarptırılmış, fakat bir ay sonra hapisten çıkıyor ve arkadaşı Temel’in yanına varıyor.
Temel: ‘Ula Dursun ne işun var burada, yoksa hapisten filan mu kaçtun?’ der. Dursun anlatır: ‘Yok daa! Dur anlatayrum. Getir çaylaru daa! Ben hapisteyken Bakan efendu geldu. Sırayla sormaya başladu: ‘Sen hapise niçin duştun?’ diye. Bakayrum herkes şu cevabı veriyi: ‘Ben masumum Bakanım, bana aslında iftira edildu, benim hiçbir suçum yok, ben hiç kimseyi öldurmedum, ben namuslu bir vatandaşım’ diye hepisi yalan söyliyidi, taa ki sıra bana gelene kadar. Ben işu cevabı verdim; Bakanum, ben dört kişiyi kurşuna dizdum ve bir banka soydum gerekirse bir daha yaparum. Bunu der demez Bakan, hemen bağırdı: ‘Çıkarın bu namussuzu dışarı. Namuslu insanların arasında onun yeri yoktur. Onların ahlâkını bozmasun. Durması zarardur çıkarın bunu hapishaneden. Şimdi ben ne edeceğum Temel?” der.
Atalarımızın güzel bir sözü var: “Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovuarlarmış” diye.Ne kadar doğru. Baksanıza, bizim Dursun hapishâneden dahi kovulmuş. Gerçi dünya çok geniş, kovulma korkusuyla yaşamaktansa, kovula kovula dokuz değil, doksan dokuz köye uğrar onlara doğruları söylerim, bu da bana yeter. En azından ben duymadım-bilmiyordum diyenleri azaltmış olacağım.
İlâhiyat yüksek tahsilini görmüş bir birey olarak, din konusunda kendi toplumumu aydınlatmak baş görevimdir. Ancak, Peygamberler dahi kendi kendine karar vermedikleri halde ben nasıl olur da tek başına ahkâm kesebilirim ( hüküm veya fetva verebilirim). İslâm Tarihinde, peygamber sonrası dönemde bu konularda hangi yol izlenmiştir. Bunu bilmeyen İlâhiyatçı yoktur. Veya Osmanlı padişahları karar alırlarken tek başına mı karar alıyorlardı? Bu günün başarılı yöneticileri o kadar mı zekî de, bulundukları makamlarda iyi bir yönetim sergiliyor?
Bir vücut sadece baştan ibaret değildir. Bunun kolu var, bacağı var, en önemlisi de kalbi var. Kalp doğru bir şekilde kanı pompalamazsa, âzalar doğru çalışmaz. Kalp işini doğru yaptığı halde, baştaki bey(in) âzalara adâletli uyarı dağıtmaz ise, azalar arası sorun yaşanır. Bir el on kiloluk poşeti ne kadar taşır. Eğer öbür el de taşımaz ise, öbür gün yorulmuş el sizin hastaneye gitmenize sebep olur.
Bugün ise, Batı Trakya Müslüman Türk Azınlık mensubu hemşerilerimizin bir çoğunun başı arıyor. Çünkü bu güne kadar başından hep darbe aldı fakat gerçek manada herhangi bir tedavi uygulanmadı. Ağrı, dindiricilerle hep uyuşturuldu. Ağrı hala ortada var iken, bazı beyin hücrelerinin iflâsıyla da durum iyice karışmıştır. Şimdi operatör gerekiyor. Hangi operatör acaba tek başına ameliyata girmiştir? Veya başka bir deyişle yardımcısız ameliyat yapan operatör var mıdır?
Bir ameliyat masasını düşünün. Oradaki hemşireler dahi operatör sıfatında, herkes görevini biliyor. Baş operatör nezdinde ameliyat yapılırsa, o ameliyatın başarılı olma oranı düşük olur mu? Bir de, baş operatör olma mücadelesi içinde yapılan ameliyatın başarı oranı olur mu? Ameliyata katılmak bile istemezler, çünkü maksatları hastayı iyileştirmek değil baş operatör sıfatını almaktır. Bu baş operatörlük sıfatını, hasta olan şahıslardan almak istemeleri ise, çok garip.
İşte ben yine soruyorum. Önemli olan hastayı iyileştirmek mi, baş operatör olmak mı? Veya yardımcısız ne kadar başarılı bir ameliyat yapılır?
İbret almasını bilenler için birkaç güzel sözle noktalayalım:
‘Girmeden tefrika bir Millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.’
‘El, el’i yıkar, iki el birleşir yüzü yıkar.’
‘Aptal ata binmiş, bey oldum sanmış.’