İsrail-Türkiye Anlaşması, Ortadoğu'da Yeni Jeopolitik ve AB'nin Geleceği
İsrail ile imzalanan anlaşma, Ortadoğu için yeni bir dönemi başlatıyor. Bu anlaşma ile Türkiye’nin başlattığı inisiyatifin, sadece Ortadoğu için değil, AB’nin g
İsrail ile imzalanan anlaşma, Ortadoğu için yeni bir dönemi başlatıyor. Bu anlaşma ile Türkiye’nin başlattığı inisiyatifin, sadece Ortadoğu için değil, AB’nin geleceği için de önemli bir takım çıktıları olacak.
Nitekim uzlaşmanın hemen ardından Rusya ile yakınlaşma, Mısır ile ilişkileri daha üst seviyeye çıkarma isteğinin dile getirilmesi, Suriye krizi konusunda alternatif politika arayışları, doğrudan Ortadoğu’yu ilgilendiren konular. Bu konuların hepsi bir yandan da Yunanistan kriziyle başlayıp İngiltere referandumuyla sonuçlanan dinamikler bağlamında, özellikle AB’de yükselen ve birliği tehdit eden aşırı sağcı ve ırkçı söylemlerin kökünde İslamofobinin ve Türkofobinin yattığını göz önünde bulundurursak, Batı’yı ve AB’yi de ilgilendiriyor.
İç içe geçmiş bu gelişmelerin bütünlüklü bir okumasını yapmak mümkündür ve yapılmalıdır da. Ayrıca aldığı inisiyatiflerle oyun kurucu aktörlerden biri olarak öne çıkması, bir ucu Ortadoğu’da, bir ucu Kafkaslar ve Orta Asya’da, diğer ucu ise Balkanlar ve Avrupa’da olan Türkiye’yi değerlendirmelerin odağına oturtmaktadır. Her biri ayrı tarihi, kültürel ve ekonomik dinamiklere sahip olan bu üç ayrı bölgeye uygun politikalar üreten Türkiye’nin, bu pragmatizmini yönlendirecek bir ilkeler silsilesi geliştirmesi bu konjonktürde kaçınılmazdır. Bu yüzden uluslararası ilişkilerin değerlendirilmesinde artık bir “Türkiye İstisnailiği” çerçevesinin de geliştirilmesi gerekmekte.
İsrail-Türkiye anlaşmasıyla, bundan altı yıl öncesine uzanan diplomatik krizin sonuna gelindi. Bu krizi, Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara isimli Türk gemisine İsrail silahlı kuvvetlerinin yaptığı baskın başlatmıştı. O saldırıda dokuz vatandaşımız hayatını kaybetmiş, ardından Türkiye-İsrail diplomatik ilişkileri ikinci katip seviyesine çekilmişti.
ABD Başkanı Barack Obama’nın girişimiyle ve yine onun gözetiminde İsrail Başbakanı Netanyahu, o dönem Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ı arayarak özür dilemiş ve bugün gelinen anlaşma süreci başlamıştı. Bugün varılan anlaşma sonucunda, her iki ülke diplomatik ilişkilerini büyükelçi seviyesine yükseltme kararı aldılar. Böylece hem Ortadoğu hem Doğu Akdeniz bölgesinde yeni bir dönemin de kapıları açılmış oldu.
Bu gelişme Türkiye için diplomatik bir zafer, daha geniş anlamda ise diplomasinin zaferidir. Bu anlaşma Türkiye’nin "dostlarını arttırma, düşmanlarını azaltma" politikasının ilk olumlu sonucudur. Bu bölgede düşmanlıkların, gerginliklerin ilelebet sürdürülemeyeceğinin, birlikte yaşama gerekliliğinin de göstergesidir. Anlaşmanın ayrıca ekonomik, siyasi ve uluslararası ilişkiler açısından ciddi sonuçları olacağı açıktır. Bu bağlamda özellikle terör ve göç üzerinden, bölgedeki güvenlik sorunlarına yönelik bir takım sonuçları da olacaktır.
Anlaşma kapsamında İsrail, Mavi Marmara müdahalesinde hayatını kaybeden insan hakları aktivistlerinin ailelerine toplam 20 milyon dolar tazminat ödeyecek. Bu Türkiye’nin anlaşma şartı olarak ileri sürdüğü isteklerden biriydi. Türkiye’nin bir diğer isteği ise doğrudan Filistin halkının yaşam koşullarını ilgilendiren, Hamas’ın kontrolü altındaki Gazze bölgesine yönelik ablukanın kaldırılmasıydı. İsrail Gazze’ye yönelik ablukanın, Türkiye’nin kabul edeceği şekilde esnetilmesini kabul etti. Buna göre Türkiye, Gazze’ye İsrail’in kontrolündeki Aşdod Limanından insani yardım götürecek. Bu yardımlar İsrail’in gözetiminde ülkeye girecek.
Böylece anlaşmanın içeriği bağlamında Türkiye, dünyada iyice yalnızlaşmış olan Filistin halkına sahip çıkmaya devam edeceğini de gösterdi. Anlaşmanın diğer maddeleri de Gazze bölgesindeki yaşam standartları ile ilgili. Uzlaşma bu yüzden Gazze’de refahı arttıracak ve insani durumu olumlu etkileyecek. Bu nedenle Filistin devletiyle istişare içinde devam eden müzakereler Filistin’de sevinçle karşılandı.
Bu minvalde Türkiye, Gazze’ye 200 yataklı bir hastane inşa edecek. Askeri malzeme içermeyen insani yardımlar götürecek. Hatta on dört tonluk ilk yardım bayramdan önce Filistin’e ulaşmış olacak. Bölgedeki altyapı güçlendirilecek. Gazze’de süregiden enerji ve su krizine çözüm getirilecek. Almanya ile birlikte Gazze’nin enerji altyapısı ve elektrik dağıtım şebekesi güçlendirilecek. Çözümsüz gibi duran su sorununu çözmek için, deniz suyunu içme suyuna çeviren bir birim kurulacak. Cenin bölgesinde birçok konut inşa edilecek. Yol, ulaştırma, belediye hizmetleri gibi altyapı yatırımı gerektiren projeler gerçekleştirilecek.
İsrail bu anlaşmayla, bölgedeki son gelişmeler ışığında, kendisine de yeni bir açılım bulmuş oldu. Bir yandan Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesi, diğer yandan ABD-İran yakınlaşması, İsrail’in endişe ile izlediği gelişmelerdi. Bu barışma ile İsrail ve Türkiye, bölgede birbirleri için stratejik öneme sahip olduklarını da teyit etmiş oldular. Ayrıca İsrail bu uzlaşma sayesinde, doğal gazını Türkiye üzerinden taşıma fırsatını da elde etmiş oldu.
Diplomatik sonuçlarını, son Rusya yakınlaşmasıyla birlikte ele aldığımızda, bu anlaşma Türkiye’nin Suriye politikasında bir takım değişiklikler olacağının da sinyallerini veriyor. Gerilimler yerini diplomasinin diline ve yöntemlerine terk ediyor. Bu anlamda Suriye’de eski ittifakların yerini yeni oluşumlar alabilir. Türkiye’nin kadim dostu, Arap dünyasının devi Mısır ile yakınlaşması da yakın bir dönemde gerçekleşebilir. Aslında bu yeni oluşumlar, hem iktisadi hem de göç ve terör bağlamında artan ırkçı söylemlerden bunalmış olan AB’yi son derece rahatlatmış durumda.
Bu gelişmelerin, İsrail ve Rusya ekseni başta olmak üzere mimarı olarak Türkiye ön plana çıkıyor. Böylece, Türkiye diplomasi atağında halihazırda inisiyatifi ele geçirerek diğer paydaşlardan rol kapmış durumda. Başta ABD olmak üzere, AB ve Batı dünyası ile Rusya’nın gelişmelerden memnun olduğu izleniyor.
İsrail ile imzalanan anlaşma, Rusya ile yakınlaşma bağlamında sadece Türkiye’nin değil, İran dahil bölgedeki diğer ülkelerin de Suriye politikasını değiştirecek. Suriye’de diplomasinin dili hakim olarak, bölgede çoğunlukla vesayet altında işlev gören, devlet olmayan siyasi aktörler olarak terör tehdidini yaratan örgütlerin de bu konjonktürde önemlerini yitireceği söylenebilir.
AB çizgisi içinde bu gelişmeleri, bir yandan da İngiltere’de yapılan referandum kapsamında değerlendirmekte fayda var. AB son zamanlarda ciddi ekonomik, siyasi ve toplumsal krizlerle karşı karşıya. İngiltere referandumunun AB’den çıkma yolunda sonuçlanması, bugün var olan AB projesinin sürdürülemez olduğunu ortaya koydu. AB bundan sonra reformlarla daha farklı bir projeyi hayata geçirmek zorunda. Yunanistan kriziyle başlayan süreç, göç, terörizm gibi AB’de korku unsuru olarak ileri sürülen bir takım faktörler, Suriye krizi bağlamında, birliğin temellerini sarsacak söylemleri de canlandırmıştı. Özellikle İngiltere’deki referandum kampanyalarında, ülkenin çok uluslu, çok kültürlü, çok dinli imparatorluk geçmişine ve demokratik ağırbaşlılığına yakışmayacak şekilde İslam karşıtlığının kullanılması, buna ek olarak Türkiye faktörünün bir korku unsuru olarak kampanyalara alet edilmesi, AB’deki ırkçılığın vahametini de gösteriyordu.
Bu anlamda AB’nin geleceği konusunda, Türkiye’nin omuzlarına düşen sorumluluğa vurgu yapmak gerekiyor. Bundan sonra Türkiye’nin daha etkili bir ülke olarak yeni kurulacak AB’de aktif olacağını ve ilişkilerin daha da sıkılaşacağını göreceğiz. Tabii ki bu çerçevede en önemli kavşak Kıbrıs konusunun ele alınması etrafında olacak. Yeni AB’nin kurulmasında Türkiye öncü güçlerden biri olacak. Bütün bu iç içe geçmiş süreçleri başlatan ilk hamle olarak İsrail anlaşması tarihe geçti. Bu gelişmelerin iktisadi boyutu enerji koridorları, ulaşım, üretim, hizmetler ve turizm alanlarında oluşacak. Şayet burada uygulamaya konan siyasi iradenin vaadlerini yerine getirmesi bekleniyorsa, bu başarıların “iktisadi başarılarla taçlandırılması” gerekiyor.
Yazar: Prof. Dr. Ahmet Sedat Aybar/İstanbul Aydın Üniversitesi ekonomi ve Finans Bölümü Başkanı