Batı Trakya’nın meçhul sosyal bilimcileriyle sohbetler: Etnisite ve kayırmacılık
Mevcut ideolojinin devam edebilmesi için artık sorunlara cevap veremeyen ırk kavramının yerine etnisite ortaya çıkarıldı.
 
                                                            Son elli yılın en çok konuşulan konularından biri oldu etnisite. Kelime olarak, öncesinde de kullanılmıyor değildi ancak daha çok sınırları belli olmayan bir biçimde kullanılıyordu. Daha açık söylemek gerekirse son 50 yılda etnisiteye özel bir muhteva kazandırıldı ve etnisite tartışmalarına dahil edilen meseleler etnisiteye yüklenen anlamlarla birlikte ayrı bir şekil kazandı.
Felsefenin sosyal bilimlere kattığı en önemli şeylerden bir tanesi de kavramların oracıkta duran nesneler değil, bunların birileri tarafından geliştirildiğini fark edebilme yetisidir. Elbette ki birileri geliştirmiştir ama birinin geliştirmiş olması, o kavramın, o ‘birinin’ anlam kodlarıyla örülmüş olması anlamına gelir. Dolayısıyla önceden kullanıldığı haliyle etnisite, kapsamı belirsiz bir kavramken son elli yılda belli bir ihtiyaca binaen birileri tarafından kullanılmaya başladı.
İyimser bakacak olursak bu ihtiyaç, ırkçılık düşüncesi sonrası baskılanan gruplara haklarını iade etme ihtiyacıdır. Daha eleştirel bir bakışla ise bu ihtiyacın ırkçılık düşüncesinin yarattığı tahribatın üzerini örtme ihtiyacıyla bağlantılı olduğunu görürüz. Etnisitenin yeniden icadına yönelik görüşleri kabaca bu iki kategoride toplayabiliriz. Ancak hangi kategori geçerli olursa olsun, meselenin ırkçılığa karşı bir hesaplaşmayla ilgisi olduğu açıktır.
Yine de iki kategori arasından şahsi kanaatimin ikincisi olduğunu belirtmeliyim. Beni buna iten sebep de yine felsefenin sosyal bilimlere kattıklarıyla alakalı. Kavramların, onları icat edenlerin anlam ağlarıyla örülü olduğunu kabul ediyorsak eğer aynı kişilerin muhtelif zamanlarda muhtelif kavramları benzer stratejilerle ördüğünü de söyleyebiliriz; eğer o aynı kişi farklı bir kişiye dönüşmediyse.
O kişi, şüphesiz belli bir ideolojinin taşıyıcısı olan birisi. Bizim bu söylediğimizi bir komplo olmanın ötesine götürebilen şey budur. Bir pratik içerisindeki ideolojik örgüleri görebiliyorsak birçok şey gözümüzün önünde belirgin hale gelir. Dolayısıyla ırkçılığın hâkim olduğu dönemde hâkim görüş ırkların belli hiyerarşiye göre en iyiden en kötüye ya da en insana benzeyenden en hayvana benzeyene şeklinde belirmişti. Bunlardan Beyazlar insanın en üstün formunu, Siyahlar ise insanla hayvan arası bir canlıyı temsil ediyordu. Dolayısıyla Siyahlar üstün insanların yapabileceği şeyleri yapma kudretine sahip olmadıkları için bunu yapabilen beyazlara köle olabilirdi ancak: “Madem ideal insanın yapabildiği şeyleri yapamıyorlar, o halde bunu yapabilen Beyazlara daha kolay yapmaları için hizmet etsinler”. İşin özeti, ırkçılık düşüncesi belli bir ideolojinin ürünü olarak bu şekilde inşa edilmişti.
İkinci Dünya Savaşı, sonrasında üçüncü dünya ülkelerinin bağımsızlıklarını da kazanmaya başlamalarıyla birlikte, ırkçılık artık sömürge faaliyetleri için bir meşrulaştırma işlevi göremiyordu. Bu meşruiyet krizinin sonucunda birçok sömürge ülkesi bağımsızlığını ilan etmeye başladı, bu şekilde de mevcut ideolojinin devam edebilmesi için artık sorunlara cevap veremeyen ırk kavramının yerine etnisite ortaya çıkarıldı.
Etnisite, insanları ırk gibi fenotipe göre tasnif etmek yerine kültürlerine göre belli sınırlara yerleştiriyordu. Artık ırkçılık düşüncesini ırkçılığın mucitleri de eleştirmeye başlamış, bunca yıl baskı gören ‘etnik’ gruplar da artık etnisite hakları talep etmeye başlamıştır. Kimi devletler bu halklara etnisite haklarını vermemekte diretmiş, kimileri ise -özellikle de etnisiteyi icat edenler- hemen vermeye başlamıştır. Bu noktada, hakları vermeyen devletlerin, ırkçılık düşüncesini başkalarından öğrenen devletler olduğunu söylemek gerekir. İlginçtir, hakları hemen teslim edenler, önceki dönemde ırkçılık düşüncesini üretenlerin kendisi oldu. Bu şekilde ırkçılık düşüncesinde olduğu gibi doğrudan bir ötekileştirme durumu olmasa da ‘etnik’ grupların kendileri, kendileri üzerinde bir dezavantajlı olma halinin sürdürülmesini sağlayan bir siyaseti besler hale gelmişlerdir.
Bu konuda dile getirilen temel şeylerden bir tanesi etnisitenin kültürel sınırlarıdır. Halklar, kendilerine biçilen kültürel sınırların dışına çıkamadığı için sahip oldukları dezavantajlı durumların devam etmesine bizzat kendileri katkıda bulunur. Mesela bir A devletinde ırkçı siyasetle geri bırakılmış B ‘etnik grubu’, mucitleri tarafından kültürel sınırlarla inşa edilmiş etnisite kavramıyla kendilerini tanımlamaya kalktıklarında, bu kavramın kültürel sınırlar kısmına hapsolacakları için geri bırakılmış haliyle varlıklarını sürdüreceklerdir. Bir insanın kendini millet kavramıyla tanımlaması ise böyle değildir. Çünkü etnisite verili olarak kabul edilen bir fenomenken millet kavramı ise daha varoluşsal, halkların kendilerinin yarattığı bir fenomendir. Buna binaen diyebiliriz ki bir kişi eğer etnisitesinin Türk olduğunu söylüyorsa o kişi Türk bir ailede, çevrede, ya da mahallede doğduğunu; bu ailenin, çevrenin ya da mahallenin mirasını devraldığını söylüyordur. Bir başka kişi Türk milletinden olduğunu söylüyorsa o kişi de milletini kendisinin oluşturduğunu ifade etmektedir. Kâh savaşarak, kâh şiir yazarak.
Ancak bir başka unsur daha var etnisite diye bas bas bağıran insanları dezavantajlı duruma düşüren, o da insanın kendinden olanı kayırma güdüsüdür. İnsan, tabiatı gereği ailesini korumaya, bazı durumlarda da kayırmaya meyillidir. Bu tabiat, insanın diğer tüm canlılar gibi yaşamını idame ettirebilmesi için önemliyken konu insana geldiğinde başka sakıncalı alanlara da kayar. Bu anlamda insan kendisini ‘biz’ kategorisinin içinde konumlandırdığı herkesi kayırır duruma gelir; 'etnik' grubunu da.
Etnisite tartışmalarında benim durduğum tarafın tam karşısında duruyormuş gibi görünen biyolojistler vardır ve etnisitenin oluşturulan değil halihazırda biyolojiyle aktarılan bir fenomen olduğunu ileri sürerler. Bu görüş, bize felsefenin sunduğu katkılarla bazı gerçeklikleri görmemize engel oluştursa da bir tarafı var ki, felsefeyi geri plana atmadan baktığımızda bir konunun iyice belirgin hale gelmesine de vesile oluyor. Çünkü bu görüşü savunanlar, örneğin Ermeni bir ailenin genlerini taşımayan bir Türk çocuğunun Ermeni bir ailede, haberi olmadan yetiştiğini varsaydığımızda, o çocuğun tamamen Ermeni biri gibi yetişeceği itirazlarına yine biyolojiyle cevap veriyor. İnsan, kayırma güdüsü sayesinde gerçekte ne olduğunun bilincinde değilse eğer hem aile çocuğunu hem de çocuk ailesini ve diğer tüm çevresini kayırma gayretinde olacaktır, yeter ki bir biz bilinci hâkim olsun. Yani esasında, önemli olan genlerin kendileri değildir. İnsanın biyolojik yapısı kendini biz olarak konumlandırdığı grubu kayırmaya meyilli hale getiriyor. Hala savunduğum taraftayım ama zannediyorum biyolojistlerin bu görüşüne değer vermek iddiamıza zarar vermez.
Yani, etnisite birileri tarafından belli anlam kodlarıyla oluşturulmuştur, evet ama insanın biyolojik doğası sayesinde kendisini esir edebileceği şekilde oluşturulmuştur. Tuzağa yakalanan farenin peyniri biyolojik ihtiyaçlarından dolayı yemesinin, tuzak kuran birinin varlığına inanmayı reddetmeyi gerektirmediği gibi.
Dolayısıyla kendisini etnisite bağlamında tanımlayan halklar genellikle biz duygusuyla hareket ederek kendilerini korurlar. Doğada yavrularını diğer hayvanlara karşı koruyan bir aslan gibi kendi etnik grubunun insanlarını korur: Bu çok güzel ama bilin bakalım sonunda ne oluyor? Hiçbir şey. Hiçbir şey olmaması hayvan için normal kabul edilebilirken millet yaratabilme kudretine sahip insan için bir utançtır. Çünkü bu insanlar sadece dürtüsel olarak tepki verirler; entelektüel, siyasi, kısaca beşerî anlamda bir şey inşa edemezler. Halbuki, şnsan ancak bununla insan olma niteliğini tamamlar.
İnanır mısınız bilmiyorum ama biz de öyleyiz. Nedenini ise hemen açıklamayacağım. Bir sonraki yazımda açıklayana dek kendini etnisite değil millet bağlamında açıklamayı daha doğru bulanlar biraz düşünsün, neden bizim de öyle olduğumuzu.
 
                     
         
         
         
         
         
         
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                     
                     
     
    