Anadolu Universitesi Kampus Anadolu Universitesi Kampus
Espressor Coffee
Espressor Coffee

Batı Trakya’nın meçhul sosyal bilimcileriyle sohbetler: Kahve yokken kahverengine ne diyorduk?

Sosyoloji eğitiminde sosyolojik düşünme dediğimiz meseleye diğer tüm disiplinlerin eğitimlerinde rastladığımızdan daha çok rastlıyoruz.

Köşe Yazıları 14 Temmuz 2023
Batı Trakya’nın meçhul sosyal bilimcileriyle sohbetler: Kahve yokken kahverengine ne diyorduk?

Sosyoloji eğitiminde sosyolojik düşünme dediğimiz meseleye diğer tüm disiplinlerin eğitimlerinde rastladığımızdan daha çok rastlıyoruz. Belki felsefi düşünme de sıkça dile getiriliyor ama en azından sosyoloji müfredatında olduğu kadar belirgin bir ders konusu olacak kadar üzerinde durulmuyor. Ne var ki sosyolojide bunun bu derece gündeme getirilmesinin sebebi de felsefeden ayrı düşünülemez. Bunun detayına daha sonra değineceğiz. Sosyoloji ve felsefe dışında tarihi düşünme belki az da olsa karşımıza çıkar ama çok da yaygın değildir. Onun dışında edebi düşünme, psikolojik düşünme dendiğine henüz rastlamış değilim. İstisna olarak edebiyat, diğer sanat alanlarında olduğu gibi muhayyile biçiminde karşımıza çıktığı için buna gerek duyulmuyor olabilir. Fiziki düşünme, biyolojik düşünme gibi bir önerme ise saçma olmaktan öteye gitmez çünkü bu disiplinler sosyal bilim ve beşeriyat disiplinleri gibi refleksif değildir. 

Bununla anlıyoruz ki sosyolojinin kendisi üzerinde düşünme kabiliyeti vardır. Felsefenin de… Zaten sosyoloji bu düşünme kabiliyetini de felsefeye borçludur. Refleksif düşünme kabiliyeti olmayan doğa bilimleri üzerine ise yine felsefe ve sosyoloji düşünür. Kuhn, Feyerabend, Foucault ve daha niceleri bunu yapmıştır. 

Sosyolojik düşünme ifadesinin felsefi düşünme ifadesinden daha sık vurgulandığını ama bununla birlikte sosyolojik düşünmenin kaynaklarının felsefede bulunduğunu söyledim. Burada bir çelişki var gibi görünür. Nasıl olur da felsefi düşünme sosyolojiyi besleyerek sosyolojik düşünmeyi ortaya çıkarmasına rağmen sosyolojik düşünme felsefi düşünmeden daha çok gündeme gelmeye başlıyor?

Bunun sebebi sosyolojinin buna felsefenin kendisinden daha çok ihtiyacı olmasında yatıyor olabilir. Sosyoloji, kuruluşu itibariyle doğa bilim ontolojisine öykünerek, bugün refleksif olmasını düşünemediğimiz doğa bilimleri gibi olmak için ortaya çıkmıştı. Bu da bir gerilim yarattı. Çünkü sosyolojinin araştırma nesnesi doğa bilimlerindeki gibi sabit değil müphemdi, yani insan ve insana dair olandı. Çok geçmeden sosyolojinin sabit doğa kanunlarını değil müphem beşeri fenomenleri konu edinmesi gerektiği söylenmeye başladı. Bu, söylendi söylenmesine ama böyle dendi diye de kimse olduğu gibi bu tarafa geçmedi. Her iki tarafın gerilimi günümüze kadar devam ediyor. Bundan dolayıdır ki sosyoloji bir taraftan bilim olduğu iddiasıyla yürüdüğü için öbür taraftan da ontolojisi itibariyle beşeriyat alanından uzaklaşamadığı için bu gerilim sürmekte ve her ne zaman katı pozitivist tutuma yakınlaşsa, karşı taraftan refleksif cevaplar gelmeye başlamaktadır. 

Günümüz sosyolojisinde yalnızca bir tarafı kabullenen kimse kalmamıştır ancak sosyolojiyi özellikle felsefe ve edebiyat ama aynı zamanda da tarih, psikoloji, antropoloji, siyaset bilimi gibi disiplinlerden beslenmeden icra etmeye kalkanlar sosyolojik düşünmeden uzak kalırlar. 

Bunu açıklığa kavuşturmak için sosyolojik düşünme için yapılmış bir tarife bakalım. C. Wright Mills sosyolojik muhayyileden bahsederek tarih ve biyografi arasında ilişki kurar. Muhayyile kavramı burada özellikle önemlidir çünkü insana özgülüğü temsil eder. Yani edebiyat ve daha genel anlamda sanat için kullanıldığı haliyle muhayyile, sanat icra etme kapasitesine sahip olan insanı analiz etmek için de karşımıza çıkar. Bu niteliğinden dolayı, insana dair her olgunun kendi tarihsel bağlamında anlaşılmasının gerekliliğine vurgu yapılır. Bunu, en azından kendi okuduğum dönemdeki sosyoloji öğrencileri olarak bilirdik. Yani sosyolojide evrensel gerçeklerin olmadığını; zamana, mekâna özel gerçekliklerin olduğunu anlamıştık. 

Ancak refleksif düşünme dediğimiz şey bunun ötesinde bir şeydir. Bu şekilde düşünerek kahverengine farklı ülkelerde, her ülkenin kendi diline göre farklı şekillerde isim verildiğini anlayabilirsiniz. Türkçe kahverengi, İngilizce brown,  İtalyanca marrone. Hepsi etimolojik olarak birbirinden farklı. Ama mesela Yunanca καφέ (kafe). Buradan da muhtemelen kahve Osmanlı Devleti içerisinde Türk kahvesi biçimine dönüştüğü için ve Türklerle Rumlar bir şeyleri ortak yaşadığı için kahveye benzeyen renge kahverengi/kafe demiş olabileceklerini çıkarabiliriz. Verdiğim bu basit örnekleri daha kompleks olgular için de düşünebiliriz. Muhafazakârların modernleşme unsurlarının her ülkeye puzzle yerleştirircesine ikame edilemeyeceğini söylemeleri gibi.

Bunları söylemek için insanın çok büyük bir yeteneğe ihtiyacı yoktur. Bunun ötesine geçmek ise kahve bulunmadan önce kahverengine ne deniyordu sorusunu sormakla mümkündür. Bir kelime olarak kahverengi, edebiyat ürünü ortaya koyma kapasitesine sahip olan insan tarafından ortaya çıkarılmıştır.  Belli tarihsel şartlarda, belli ihtiyaçlarla. Şiir nasıl ortaya çıkıyorsa kahverengi de öyle çıkmıştır. Bu soruyu, bir ara bir arkadaşım gündeme getirdiği için ve o sıralarda sosyolojik düşünmeyi zihnimde bir çerçeveye oturtma ihtiyacı hissettiğim için örnek olarak veriyorum. Cevabı önemli değil. Cevabını vermek kolay. Zor olan soruyu sormak olduğu için buraya sadece soruyu bırakıyorum.

Bunu ise daha kompleks bir duruma uyarladığımızda şunları görebiliriz. Günümüzde çok-kültürcülük dediğimiz akımı herhangi bir insana sorduğunuzda herhalde hoş karşılanması gereken, farklı kültürlere saygı duyan bir hareket olarak tanımlayacaktır. Ne var ki bunu, modernleşme unsurlarının her ülkeye olduğu gibi ikame edilemeyeceğini görebilen muhafazakâr sosyolog da bu şekilde düşündüğünde ciddi problemler ortaya çıkar. Kahve yokken kahverengine ne dendiğini sorduğumuz gibi burada da benzer sorular üretmek durumundayız. Sözgelimi, çok-kültürcülük ne zaman ortaya çıktı? Ne oldu da çok-kültürcülük ortaya çıktı? Çok-kültürcülük ortaya çıkmadan önce ne vardı? Bu soruları sorabilmek içinse kavram olan her şeyin bir tarihinin olduğunu bilmek gerekir. Onu ilk defa biri söylemiştir ve söyleme sebebi vardır. Çok-kültürcülük de kabaca ulus-devletlerin yarattığı kötü manzaranın üzerini örtmek için üçüncü dünya ülkelerinin bağımsızlıklarını ilan etmeye başladığı 2. Dünya Savaşı Sonrası dönemde kolonyalizmin tıkandığı yerde kolonyalizme farklı biçimde yaşayabilme imkânı vermiştir. Çok da sürmemiştir; yine kolonyalizmin başka bir şekilde tıkandığı noktada da eleştirilmeye başlamıştır. Modernleşme ile ilgili büyük resmi görebilme konusunda hassasiyet gösteren insanların aynı şekilde kolonyal ideolojinin kendi ülkelerine yerleşme konusunda da hassasiyet göstermesini beklerdik.

Millet gazetesi logo
© 2025 Millet Media
KÜNYE
MİLLET MEDİA Kollektif Şirketi
Genel Yayın Yönetmeni: Cengiz ÖMER
Yayın Koordinatörü: Bilal BUDUR
Adres: Miaouli 7-9, Xanthi 67100, GREECE
Tel: +30 25410 77968
E-posta: info@milletgazetesi.gr
ΤΑΥΤΟΤΗΤΑ
MİLLET MEDİA O.E.
Υπεύθυνος - Διευθυντής: ΟΜΕΡ ΖΕΝΓΚΙΣ
Συντονιστής: ΜΠΟΥΝΤΟΥΡ ΜΠΙΛΑΛ
Διεύθυνση: ΜΙΑΟΥΛΗ 7-9, ΞΑΝΘΗ 67100
Τηλ: +30 25410 77968
Ηλ. Διεύθυνση: info@milletgazetesi.gr