Adaletsiz ve Acımasız Faiz Sistemi
Faiz eski Yunanda, Roma’da ve orta çağdan bugüne kadar tartışmalara konu olmuştur.Aristo, faiz almayı en ağır kelimelerle itham eden görüşler ileri sürmüştür.[1
Faiz eski Yunanda, Roma’da ve orta çağdan bugüne kadar tartışmalara konu olmuştur.
Aristo, faiz almayı en ağır kelimelerle itham eden görüşler ileri sürmüştür.[1] Aslında faiz, 16. Asra kadar bütün dinler, felsefeler ve görüşler tarafından yasaklanmış bir konudur. Faizi Tevrat[2], İncil[3], Zebur[4] ve Kuran olmak üzere bütün kutsal kitaplar yasaklamıştır.
Şükrü Baban “Din vaizleri ve filozoflar faizi men etmekle zannedildiği kadar aldanmıyorlardı”, demektedir.[5] Faize Batıda ilk defa cevaz veren Jean Kalvin olmuştur. Halil Şakir Kahyaoğlu bu konuyu Umumi İktisat adlı eserinde “Kilisenin faizi açıktan açığa meşru görmeye başlaması Calviniste Protestanlıktan sonradır.” cümlesiyle açıklamaktadır.[6]
Para, malda olduğu gibi, bizatihi değer değildir. O bir ihtiyacı gidermemektedir. Çünkü o, yenilmez, içilmez, giyilmez ve bizzat onunla bir ihtiyaç giderilmez. Bundan dolayı para kiraya verilemez. Çünkü o, artı emek veya artı risk olmadıkça artıp eksilmez.
Mesela 10 milyar liranızı bankaya veya bir kimseye ödünç vereceğiniz yerde dolabınıza koysanız ve bir yıl sonra baksanız para aynı duruyor olmaz mı?
Şu halde siz bu parayı bankaya veya bir adama verdiğiniz zaman neden faiz alıyorsunuz. İşte bunun açıklaması yoktur. Yani netice olarak faiz, ekonomiye bir katkıda bulunmaz daha zararı vardır. Fakat bugün insanlık hala daha bunu anlaşmış değildir.
Faizi meşru göstermeye çalışan batı ekonomistleri, bu konuda çok uğraş vermişlerdir. Enver İkbal Kureşi, “Faiz Nazariyesi ve İslam” adlı yapmış olduğu doktora tezinde bunların en makulü gibi görünen şu düşünceyi ileri sürdüklerini anlatır.
Kişi, bir miktar parasını birisine veya bankaya mesela bir yıl süreyle verdiği zaman, o, bu zaman zarfında o parasını kullanma hakkından vazgeçmiş demektir. İşte bu kişi, parayı kullanma hakkını bir yıl ona vermiş ve kendisi bu zaman boyunca kullanmadan mahrum kalmıştır. İşte faiz, bunun karşılığıdır, demişlerdir. Makul ve mantıklı gibi görünen bu açıklama, aslından para kullanılmakla yıpranmadığı ve dolayısıyla değerinden bir şey kaybetmediği için bu açıklama yetersizdir.
O zaman biz de şöyle deriz, bu para öyle bir araçtır ki, kendisine bir eylem, bir risk veya buna benzer bir şey ilave edilmedikçe bir değer meydana getiremez. Bu parayı veren kişi, bunu birisine veya bankaya değil de kendi dolabına koysa, bir yıl sonra dolabını açıp baksa parası üreyip çoğalacak mıdır? Burada parayı dolaba koymakla, bankaya koymak arasında ne fark vardır, hiçbir fark yoktur. Öyleyse dolaptaki para bankada olduğu zaman niçin artıp çoğalsın ki? Faizli düzenlerin bu faiz sebebiyle epilepsi hastalığına tutulmuş insanların kriz geçirdiği gibi krize tutulacaklarını Kuran haber vermiştir.
“Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. (Yani kriz geçirerek ayakta durular) Bu, onların "Alış veriş de faiz gibidir." demelerindendir. Hâlbuki Allah alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır.”(Bakara 2/ 275)
------
[1] Enver İkbal Kureşi, Faiz Nazariyesi ve İslam, s, 23
[2] Tevrat, Çıkış, 23/ 25; Levililer 25/ 35; Tesniye 23/ 19
[3] İncil Luka 6/ 34-35
[4] Süleymanın Meselleri 20/ 17; 28/ 8
[5] Şükrü Baban, İktisat Dersleri, s, 194
[6] Halil Şakir Kahyaoğlu, Umumi İktisat, s, 223