İslâmolog G. Dudos, müteveffa tayinli müftüyü “Agios” mertebesine layık gördü - 1
En son yapmam gereken açıklamayı, ehemmiyetine binaen en başta yapmayı zaruri görüyorum. Uzun araştırmalar neticesinde vakıf olduğumuz konular hakkında yazarken

En son yapmam gereken açıklamayı, ehemmiyetine binaen en başta yapmayı zaruri görüyorum. Uzun araştırmalar neticesinde vakıf olduğumuz konular hakkında yazarken, adı geçen kişilere, kurumlara ve milletlere karşı şahsî herhangi bir sorun, husumet, kin veya nefret söz konusu değildir. Zira inancımızda ve kültürümüzde bütün insanlar, yaratandan ötürü muhteremdir mübarektir. Kişileri kötü ve çirkin kılan, temiz fıtratlarına aykırı amellere bulaşmalarıdır. Süflî ihtiraslarını tatmin etmek için kibir, kin, haset ve nefret hastalıkları neticesinde kişilerin başvurduğu yalanlar, hileler, oyun ve entrikalar, insanı insanlıktan uzaklaştırır. İnsanlıktan nasibini yitirmiş şahıslar, hangi dine, hangi mezhebe ve hangi millete ait olurlarsa olsunlar, inandıklarını iddia ettikleri dine, ait oldukları millete ve faaliyet gösterdikleri kurumlara yük olmaktan ve zarar vermekten başka bir işe yaramazlar. Bizim her zaman mücadelemiz hastalarla değil, hastalıklarla olmuştur.
Bu yazıda izah etmeye çalışacağımız konulara tam vakıf olamayanlar için, yazıda yer alacak kişi ve kurumlarla ilgili kısa bilgiler vermeyi de uygun görüyorum. Bu bilgiler ve kanaatler uzun yıllara dayanan araştırma ve tecrübeler neticesinde Ehlisünnet yolunda olan Garbi Trakya Müslüman Türk Toplumunun kahir ekseriyetinin sahip olduğu kanaatlerdir. Orta Asya ve Anadolu irfanıyla yoğrulmuş olan Garbi Trakya Müslüman Türk Toplumunun feraset ve basiretine güvenerek paylaşıyorum. Burada kayıt altına almaya çalıştığımız genel görüş ve kanaatlerden farklı görüş ve kanaatlere sahip olanların olması da gayet tabiidir.
Garbi Trakya Müslüman Türk Toplumu arasında nifak sokmak ve Ehlisünnet’in tahrifatı için yoğun mesaî harcadıkları iddia edilen şahıslar kendi alanlarında çok başarılı olabilirler, birbirlerini “Agios” mertebesinde görebilirler, biz o tarafını Allah’ın kusursuz adaletine havale ediyoruz.
Bu kürsüde, İstanbul Rum Despotluğunun, Garbi Trakya Müslüman Türk Toplumunu kendilerine benzetmek için uydurulan efsanelere, kurulan tezgâhlara, oynanan Bizans oyunlarına, kullanılan maşa ve enstrümanlara karşı, Müslüman Türk Toplumunu uyarmak, inancımızı ve geleceğimizi tehdit eden bu tür çirkin tehlikelere karşı uyarmak ve dikkat çekmek için gayret sarf ediyoruz. İnancımızı, tarihimizi ve kültürümüzü her türlü tehlikeye karşı korumak, dinî ve millî görevimizdir. Millî ve manevî hassasiyetlerini yitirmiş, hiçbir mukaddes değer için endişe duymayan “ekümenist” Müslümanlara ve Türklere söyleyecek herhangi bir sözümüz yoktur.
İslâmolog Georgios Dudos, kendisini avukat, İslâmolog ve manevi yönden “Agios” olarak nitelendirdiği Cemali Meço’ya bağlı bir mürit olarak tanımlıyor. Kendisini yakından tanıyanların bazıları ‘büyük’(!) İslâm uleması, bazıları ise daha ileri giderek Dudos’u Müslüman olarak tanımlayanlar bile olmuştur. Muhalifleri ise kendisini, menfaatperest, tehlikeli ve karanlık biri olarak tanımlıyorlar. Meselelere vakıf, olan bitenlerin farkında olan Garbi Trakya Müslüman Türkleri ise onu İslâm’ı tahrif etmek için uğraşan Ehli Sünnet ve Türk düşmanı Rum Patrikhanesi patentli bir oryantalist, yazdıkları ile yaptıkları arasında uçurumlar olan, İslâmî konularda İslâm dininin aslına ve ruhuna tamamen zıt, uydurulmuş ve İslâm’a mal edilmiş pek çok İsrailiyat bilgilerini İslâm’ın aslındanmış gibi gösteren, Müslüman Türk toplumunun yüzde doksan dokuzunun tercihlerini görmezden gelerek devletin dayattığı sözde müftülerin avukatlığını ve hararetli propagandalarını yapan biri olarak tanımıştır.
Konumuzun ana karakteri olan müteveffa Meço Cemali, 82 yıllık dünya imtihanı ömrünü tamamlayarak, amellerinin karşılığını görmek ve açtığı çığırların hesabını vermek üzere 20.12.2019 tarihi itibariyle Ahkem’ül-Hakimîn olan Allah’ın huzuruna kavuşmuş bulunmaktadır. Biz burada Meço Cemali hikâyesinin zâhirî yönü ve dünyevî boyutunu irdelemeye çalışacağız. Bâtınî ve uhrevî yönü bizi aşar, sorumlu da değiliz, haddimize de değildir. Din gününün tek Mâlik’i olan sadece ve sadece Allah Azze ve Celle'dir.
Ölüm, kimsenin kaçamadığı tek hakikattir. İbret almasını bilenler için en büyük nasihattir. Kuranı Kerim ibretlik kıssalarla doludur. Olumlu örnekler olduğu gibi, olumsuz örnekler de mevcuttur. Hz. Âdem’in, Hz. Nuh’un, Hz. Yakup’un çocukları, hepsi peygamber evladı oldukları halde olumlu ve olumsuz ibretlik misalleri vardır.
Tarihin derinliklerinden gelen bu örnekler, günümüz insanları ve toplumları için de örnekliğini bütün tazeliğiyle muhafaza etmektedir. İnsanoğlu, kusursuz yaratılışındaki mükemmellik özelliğini muhafaza edebilmek için hangi ahlâkî erdem ve faziletlere sahip olması gerektiğini iyi bilmelidir. Fertlerin ve toplumların helâk sebepleri hiç değişmemiştir, kıyamete kadar da değişmeyecektir. Hak belli, batıl bellidir, herkes hür iradesiyle bu yollardan birini seçer, dünyada ve ahiretteki sonuçlarına katlanır.
1937 yılında doğan Meço Cemali kendi ifadesiyle, 1967 yılında tam 30 yaşında iken Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın özel davetlisi olarak, Medine’ye gittiğini söylüyor. Bir dönem burada tahsil gördükten sonra Garbi Trakya’ya dönüyor ve Garbi Trakya’daki camilerde din görevlisi olarak faaliyetlerine başlıyor. 1985’te Gümülcine’ye müftü naibi tayin edilene kadar vaaz ve irşat programlarına katılmaya devam etmiştir.
Malum şahsın, kimler tarafından, ne zaman keşfedildiği, kimlerin yönlendirmesi ve nasıl bir proje olarak yetiştirildiği konusunda 1985’te Gümülcine’ye müftü naibi olarak tayin edilene kadar kimse bir şey sezemiyordu. Gerçi mülâyimliği ve sessizliği, zaman zaman soru işaretlerine neden olsa da herkes hüsn-ü zanda bulunarak samimiyetine yoruyordu. Bu fakir de 1985 yılına kadar Meço Cemali’nin vaazlarını defaatle dinlemiş, yakından görüşmüş, hatta 1981 ve 1982 yıllarında iki defa Kozlukebir’de evinde görüşmüştür. Gönül isterdi ki, ölümünden sonra hayırla yâd edip, farklı bahsetmek mecburiyetinde kalmayalım.
Ne yazık ki, bahsekonu şahıs 1985 yılında hem kendisi için, hem Garbi Trakya Müslüman Türk Toplumu için o talihsiz menfur kararını vererek, kendini azınlık karşıtlarının safında konumlandırmıştır. Bu tarihten hayatının son nefesine kadar tam 33 yıl zalim devletin ve Rum Patrikhanesinin safında mazlum Müslüman Türk Toplumuna karşı amansız bir savaş sürdürmüştür.
Garbi Trakya Müslüman Türk Toplumunun yüzde doksan dokuzunun görüş ve onayı hilâfına, devlet gücüyle zorla dayatılarak, polis eskortu eşliğinde Gümülcine müftü naipliği görevini üstlenmesiyle, artık malum şahsın gerçek yüzü ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonra, Garbi Trakya Müslüman Türk Toplumunu ehlisünnet çizgisinden uzaklaştırmak isteyen, Rum Patrikhanesi ve Yunan derin devletinin emir kulu olarak, kendisine dayatılan Türk düşmanlığı propagandasını bütün dünyada başarıyla yaymıştır…
Gelecek yazıda kaldığımız yerden devam edeceğiz…