Yunan yönetiminin müftüleri hangi dine göre fetva veriyor?
Garbî Trakya Müslüman Türk Toplumu, Hz. Peygamberin ve ashabının yolunu takip eden, itikadî olarak Matüridî, amelî olarak Hanefî mezhebine bağlı Ehl-i Sünnet in

Garbî Trakya Müslüman Türk Toplumu, Hz. Peygamberin ve ashabının yolunu takip eden, itikadî olarak Matüridî, amelî olarak Hanefî mezhebine bağlı Ehl-i Sünnet inancına mensup bir cemaattir. Çağın gelişen şartlarına göre, günlük hayatta karşılaştığı dinî sorunları da, Ehl-i Sünnet fıkhına göre verilmiş fetvalarla çözmüştür.
Garbî Trakya'da Müftüler, Osmanlı tarihi boyunca İstanbul'daki Şeyhülislam tarafından “Me'zun-ı bi'l-ifta” (fetva vermeye izinlidir) beratıyla tayin edilirdi. Bu durum, yüzyıllarca böyle devam etmiş, Osmanlı Devletinin en son Balkanlardan çekilmesiyle, (1913) Atina Antlaşması ve (1923) Uluslararası Lozan Barış Antlaşmasıyla Garbî Trakya Müslüman Türk Toplumunun dinî özerkliği garanti altına alınarak Cemaat Heyetleri tarafından müftülerin belirlenmesine devam edilmiştir.
Garbî Trakya Müslüman Türkleri ile Anavatan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti hâkimiyetinde yüzyıllarca aynı coğrafyayı paylaşmıştır. 1923 Lozan Barış Antlaşması'yla Anavatandan koparılarak İstanbul Rum Despotluğu'na kurban edilmiş ve Yunan devletinin insafsızlığına terk edilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı esnasında Garbî Trakya'yı Bulgaristan işgal edince Müftüler azledilmiş, yerlerine başka Müftüler tayin edilmiştir. Bulgar işgalinden (1941) hemen sonra başlayan (1946) Yunanistan iç savaşı üç yıl sürmüş, kısaca Garbî Trakya'da (1940-1949) yılları arasında büyük kargaşa hâkim olmuştur. Tabii olarak Müftülükler de bu kargaşadan nasibini almıştır. Yunanistan İç Savaşı 1949 yılında sona erince, Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka Cemaatleri'nin tasvip ettiği Ehl-i sünnet inancına bağlı Müftüler, Kral iradesiyle onaylanmıştır.
Bu tarihten sonra İstanbul Rum Despotluğu'nun şeytanî aklıyla Yunanistan, Garbî Trakya Müslüman Türk Toplumu'nun Anavatan ile olan millî, dinî ve kültürel bağlarını koparmak, Ehl-i Sünnet çizgisinden uzaklaştırmak için Uluslararası Lozan Barış Antlaşması'na aykırı bir şekilde, olumsuz köklü tedbirler almıştır. Millî duygulardan yoksun, Yunanistan'ın resmî azınlık siyasetini savunan, Helen Müslüman zihniyetli “proje” din adamları yetiştirmek için Yunanistan, Suudi Arabistan, Mısır, Suriye ve Libya gibi Arap ülkelerle özel anlaşmalar yapmış, 1960'lı yılların başında bu ülkelere öğrenciler göndermiştir. Hakeza, millî duygulardan ve Türk kültüründen yoksun öğretmenler yetiştirmek için de 1968 yılında bütün FETÖ okullarının prototipi sayılan Selânik Özel Pedagoji Akademisi (SÖPA) bir Patrikhane projesi olarak kurulmuştur. Bu projelerle Yunanistan, Garbî Trakya'da müftüleri, vaizleri, imamları ve öğretmenleri kontrol altında almayı hedeflemiştir.
Yunanistan'da 1967 askerî darbesiyle Garbî Trakya Müslüman Türkleri için karanlık zulüm yılları başlamıştır. Cunta yönetimi, devlet idaresini eline alır almaz, daha önce seçimle yönetime getirilen Vakıf Cemaat Heyetleri Lozan Barış Antlaşması'na aykırı bir şekilde görevden alınarak, onların yerine Cemaat'in tasvip etmediği kişiler tayin edildi. Müftülüklerin, camilerin ve okulların ekonomik özerkliğini muhafaza eden en önemli kaynak bu şekilde felç edilmiş oldu. Günümüzde halen Vakıf İdareleri işgal altındadır.
Müftülükleri ve okulları kontrol altına alacak “proje” elemanlar, Mısır'dan, Suudi Arabistan'dan ve SÖPA'dan ilk mezunların yetişmeye başlamasıyla, Müftülükler, Ehl-i Sünnet çizgisinden uzak, Anavatan Türkiye'ye düşman, Vahhabî-Harici zihniyetli, İstanbul Rum Despotluğunun ve Yunan devletinin çizgisinde, özel yetiştirilmiş “proje” elemanlara, okullar da SÖPA'lılara teslim edilmeye başlandı. Garbî Trakya'nın uluslararası antlaşmalarında ve Lozan Barış Antlaşması'nda garanti altına alınan vakıf, eğitim ve dinî özerkliği gasp edilmiş oldu. Bu şekilde Anavatan Türkiye'den mezun olacak din adamları ve öğretmenler saf dışı bırakılmış oldu.
1949 yılında, Garbî Trakya Müslüman Türk Cemaati'nin tasvibi ve Kral iradesiyle onaylanan, Gümülcine Müftüsü'nün 1985 ve İskeçe Müftüsü'nün 1990 yılında vefatlarıyla boşalan Müftülük makamlarına, Yunan yönetimi emniyet güçlerinin zoruyla cemaatlerin tasvip etmediği ve onaylamadığı kişileri oturttu. Uluslararası Lozan Barış Antlaşmasına aykırı olan bu tür antidemokratik uygulamalara karşı Garbî Trakya Müslüman Türk Cemaati hiçbir zaman boyun eğmedi, hep dik durdu, direndi. Hiçbir taviz vermeden sonsuza kadar, hukuk çerçevesinde dik durmaya ve direnmeye devam edecektir.
Yunan devletinin bölücülük yapıp, polis zoruyla müftülüklerimizi işgal etmesi, Müslüman Türk Cemaatin tasvip etmediği kişileri Müftü olarak dayatması ve bunda ısrar etmesi sonucunda, Garbî Trakya Müslüman Türkleri Ehl-i Sünnet inancına bağlılığını devam ettirmiş ve bu çizgide olan toplumun ekseriyetinin tasvip ettiği müftülerini belirlemişlerdir. Yunan yönetiminin Gümülcine'de 1986'da ve İskeçe'de 1991'de “paralel müftüler” dayatmasıyla, Garbî Trakya'da çift kutuplu müftülük yapısı oluşmuştur. Bir tarafta Müslüman Türk Cemaatin seçtiği, Yunan yönetiminin tanımadığı “Seçilmiş Müftüler”; diğer tarafta Müslüman Türk Cemaatin tasvip etmediği, Yunan yönetiminin dayattığı müftüler “Tayinli Müftüler” veya “Paralel Müftüler” olarak tasnif edilmiştir.
İstanbul Rum Despotluğu'nun şeytanî aklı ve Yunan yönetiminin dayatmasıyla bugüne kadar bu bölünmüşlük devam ediyor. Bir yanda, Hz. Peygamber (SAV), Asr-ı Saadet, Emevî, Abbasî, Selçuklu, Osmanlı dönemi Ehli Sünnet çizgisi; diğer yanda, Haricî, mezhepçi, tahrifatçı, menfaatçi ve bölücü marjinal Ehli Bidat çizgi. Bu iki çizgi, İslâm tarihi boyunca, her devirde ve her coğrafyada var olmuştur ve kıyamete kadar var olmaya devam edecektir. Önemli olan bizim hangi çizgide ve kimin safında yer aldığımızdır.
Tarihin derinliklerinden gelen bu ikilemin Garbi Trakya'da yansıması çok barizdir. Bir tarafta Anavatan ve Ehli Sünnet çizgisinde Müslüman Türk Cemaatin Müftüleri, diğer tarafta patrikhane ve Yunan devleti çizgisinde Türk düşmanı Ehli Bidat Helen Müslüman müftüler. Ehli Sünnet çizgisindeki Müftülere destek veren ve sahip çıkan sadece Anavatan Türkiye Cumhuriyeti vardır. Ehli Bidat çizgisindeki müftülere sahip çıkanlar ise, Patrikhane, Yunanistan, Amerika, Avrupa ve bilumum Patrikhane'nin arkasında olan güçler vardır.
Ehli Sünnet çizgisinde olan müftüler, dinine, tarihine, kültürüne, örf adet ve geleneklerine bağlı, ecdadına lâyık bir şekilde İslâm'a hizmet ediyorlar. Yunan devletinin dayattığı müftülerin temel görevleri ise, Garbi Trakya'ya gelen yabancı misyon şeflerine ve Yunanistan'ın izin verdiği uluslararası toplantılarda devletin resmi azınlık politikasının avukatlığını yaparak; (zulümleri ve hak ihlâlleri her geçen gün arttığı halde) Yunanistan'ın Garbi Trakya Müslüman Türklerine karşı ne kadar demokratik, insan haklarına saygılı, Müslüman ülkelerde bile verilmeyen hak ve özgürlükler verildiğini, demokrasi, insan hakları, hak ve özgürlükler konusunda dünyada örnek bir ülke olduğunu savunmaktır. Yetmedi, Garbi Trakya'da hiçbir sorun yaşanmadığını, Müslüman ve Hıristiyanların bir arada eşit haklara sahip huzur içerisinde yaşadıklarını, yaşanan bazı sorunlara ise Türkiye'nin sebep olduğunu, bölgeyi karıştırdığını ve huzursuz ettiğini iddia etmektir. Bu da yetmez, sipariş üzere fetvalar vererek, Yunan devletinin ve Ehli Sünnet düşmanı fanatik ırkçıları aklamak, bu karanlık çevrelerin safında Ehli Sünnet Müslüman Türklere karşı savaşmak, kısaca; Patrikhanenin ve Yunan devletinin Bizans oyunlarına alet olarak, onların karanlık emellerine hizmet etmek başlıca görevleridir.
Seçilmiş Müftüler, Müslüman Türk Cemaatine ait camilerin ve Kuran kurslarının yüzde doksan dokuzuna hâkimdirler ve bütün dinî ve kültürel merasimlere katılırlar ve halkla iç içedirler. Tayinli müftüler ise, halktan tamamen kopuk, hiçbir dinî veya kültürel merasime katılamıyor, sadece resmî törenlere ve bölgede Türk–İslam düşmanı Mitropolitlerin düzenledikleri merasimlere katılıyorlar.
Son zamanlarda Yunan basınında devletin Cemaatimize dayattığı naiplerin ilginç fetvaları geniş yer buldu. Hikâye uzun, burada kısaca değinmek istiyorum. Olay, Yunan vatandaşı bir soydaşımızın Yunan ordusunda vatani görevini yerine getirirken vefat etmesi üzerine cenaze merasimi esnasında üzerinde haç işareti bulunan Yunan bayrağıyla tabutun örtülmesinin caiz olup olmadığıyla ilgili. Ardından Seçilmiş Müftü ile dayatılan atanmış müftülerin verdikleri farklı fetvalar üzerine çıkan kargaşalar.
Durumun hassasiyetinin farkında olan soydaşımızın komutanı, -haklı olarak- cenazenin ailesine ve cenazeyi defnedecek olan imama danışıyor. Komutana bu konuda Ehli Sünnet'in fetvası anlatılıyor ve cenaze sahibi ile komutan bu konuda mutabık kalıyorlar. Yani askeri kanunlar gereğince, cenazenin, görev yaptığı askeri birlikte sandukanın üstü Yunan bayrağıyla örtünüp askerî merasimle ailesine teslim edilmesi gerekiyor. Bu aşamadan sonra, cenazenin İslâmi usullere göre yıkanması ve kefenlenmesiyle dinî tören başlamış oluyor. Cenaze tabuta konularak, üzerinde ayet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerin yazılı olduğu yeşil örtüyle örtüldükten sonra, üstünde haç işareti olan Yunan bayrağının tekrar yeşil örtünün üzerine örtülmesi inancımıza aykırı olduğu için cevaz verilmemiştir. Burada hem askeri kanunların gereği, hem İslâm dininin gereği yapılmıştır. Hiçbir sorun çıkmamıştır.
Cenazenin ailesi, cenazeyi köyün imamı ve imamın mensup olduğu Seçilmiş Müftü'nün defnetmesini arzulamıştır. Fakat Yunan derin devleti bu olayı fırsata dönüştürerek kendilerinin dayattığı tayinli müftünün bu cenaze merasimini düzenlemesini istemiştir. Tayinli müftü, hiçbir merasime katılmadığı halde bu cenaze merasimine devlet gücüyle zorla getirtilerek büyük kargaşaya sebebiyet vermiştir. Başta cenaze sahibi aile, imam, seçilmiş müftü, İskeçe Türk milletvekili ve bütün cemaat dik durarak devlet gücüyle zorla dayatılan müftüye bu cenaze merasimini düzenlemesine müsaade etmemişlerdir.
İstanbul Rum Despotluğu'nun desteğiyle yayın yapan fanatik Türk düşmanı Yunan basını bu yenilgiyi ve bu rezaleti hazmedemedikleri için, büyük yalan ve çirkef iftiralarla kışkırtma yaparak seçilmiş müftüyü, imamı, milletvekilini ve topyekûn bütün Müslüman Türk Cemaati'ni hedef göstermişlerdir.
Seçilmiş Müftüye ve imama, tayinli müftüye görevini yapmasını engelledikleri gerekçesiyle kamu davası açılarak mahkemeler devam etmektedir. Milletvekilimiz ise Yunan basınında çıkan yalan ve iftiralar gerekçesiyle fanatik Türk düşmanı ırkçı bir Yunan gazeteciyi mahkemeye verdi. Milletvekilimiz ve Müslüman Türk Cemaat, yüzde yüz haklıyken yayınlanan bütün haberlerin düzmece, yalan ve iftiralarla dolu olduğunu ortaya koydu. Mahkemede savcılık makamı suçu ve suçluyu kesin tespit ettiği halde, Türk düşmanı gazeteci tayinli müftülerden almış olduğu uydurma fetvayla aklanmış ve hakim berat hükmünü vermiştir.
Fanatik Yunan gazetecinin avukatı aracılığıyla 18.11.2019 tarihinde yazılı olarak cemaatimize dayatılan İskeçe tayinli müftü naibine yönelttiği sorular ve verilen fetvalara geçmeden önce İstanbul Rum Despotluğu ve Yunan devletinin, İslâm dinine, müftülük kurumlarına, Müslüman din görevlilerine bakış açılarını ve verdikleri değeri yansıtan, İslâm ve Müslümanlarla nasıl alay ettiklerini, İskeçe Müslüman Türklerine lâyık gördükleri ve müftü naibi diye dayattıkları şahısla ilgili kısa bilgi vermekte yarar vardır. İddialara göre müftünün ve fetvanın ne anlama geldiğinden gerçek manada haberi olmayan, bu konuda yeterli eğitimi olmayan, daha önce imam olarak görev yaptığı yerlerde sıkıntı çıkaran, cemaati mahkemelik olaylara sürükleyecek derecede birbirine düşüren, Helenizm hayranı, Türk düşmanı, adı birçok skandala karışan biri. Müslüman Türklere sürekli saldıran, hakaret eden, yalan ve iftiralarla dolu haberler yapan gazeteci, mahkemede delil olarak göstereceği fetva'yı, fetva vermeye ehil olmayan bu sözde müftü naibine soruyor. Bu gibi Yunanların Yunan demokrasisi, Yunan adaleti ve İnsan haklarından ne anladığını varın siz düşünün.
Fetva sorularından ne anladığı tartışma konusu olan İskeçe sözde müftü naibi, bu tür entrikalar için çocukluk yaşlarından beri Rabıta'nın burslarıyla özel yetiştirilen “proje” Gümülcine ve Dimetoka müftü naiplerini, ortak toplantıya davet etmiştir. Gümülcine sözde müftü naibi Cihat Halil, Dimetoka sözde müftü naibi Hamza Osman, ve İskeçe sözde müftü naibi Bilal Karahalil, 21 Kasım 2019 tarihinde Gümülcine Müftülüğü'nde sorulan fetvalar hakkında İslami usullere göre Kitap, Sünnet, İcma-ı ümmet ve Kıyas-ı fukaha'nın delillerini detaylı bir şekilde inceleyerek uzun müddet müzakere, istişare ve mutalâlardan sonra bir takım içtihatlarda bulundukları varsayılarak -ki bize göre bunun böyle olduğu tartışılır- şu fetvaları vermişlerdir:
Birinci soru: Bir Müslüman asker görevi esnasında vefat ederse, naaşını şereflendirmek için askerlik yaptığı ülkenin bayrağıyla naaşının örtülmesine İslam hukuku cevaz veriyor mu?
Birinci soruya cevap: Müslüman bir asker vefat edince, askeri şereflendirmek için, askerlik yaparken hizmet ettiği ülkenin bayrağıyla naaşının örtünmesine İslâm hukuku cevaz veriyor.
İkinci soru: Hassaten, ülkemizde böyle bir şey vuku bulsa, Helen Müslüman bir asker görev esnasında vefat etse, cenaze defnedilene kadar Yunan bayrağının tabutun üzerinde durması yasak mıdır?
İkinci soruya cevap: Hayır. Kutsal İslâm hukukuna göre, görev esnasında hayatını kaybeden askerler, (askerlik yaparken taşıdıkları gibi) kendi ülkelerinin bayrağını, cenazenin üstünde, ayet, hadis gibi İslâmî ve dinî semboller olsa bile, defnedilene kadar taşımaları da yasak değildir.
Üçüncü soru: Resmi İskeçe (sözde) müftüsü ve müftülüğü, askerde ölen Müslümanları defnetmesine yetkili midir, değil midir?
Dördüncü soru: Görev esnasında hayatını kaybeden Müslüman askerler konusunda, İslâm hukukunun ve aile hukukunun doğru uygulanması için, yetkililer, resmi (sözde) müftü ile anlaşmaları mecburi midir?
Üçüncü ve dördüncü soruya cevap: Görev esnasında, hayatını kaybeden Müslüman askerler konusunda, devlet kurumları arasında iş birliği protokollerinin sıkı uygulanması gerekiyor. Fikir alış verişinden ve konuşmalardan sonra, Trakya'nın üç (sözde) müftü naibi olarak, yukarıdaki metinde ortak anlaşıyoruz ve tasdik ediyoruz.
Bu sorular ve fetvalar konusunda daha çok şeyler söylenebilir, ancak bir başka yazıda inşallah. Burada Ehli Sünnet ile Ehli Bidat arasında temel ihtilâf konusu şudur. Açık ve net bir şekilde diyoruz ki, bizim ne Yunan devletine, ne Yunan bayrağına bir saygısızlığımız söz konusu değildir. Bu olaya cenaze töreninde hazır bulunan askerler ve komutanlar da şahittir. Nitekim askerler, vefat eden askerin naaşını ailesine Yunan bayrağına sarılı olarak teslim etmişlerdir. Aile de saygıyla karşılamıştır. Ancak bu aşamadan sonra İslâmi tören başladığı için, yıkanması kefenlenmesi ve tabuta yerleştirilmesinden sonra üzerinde ayet ve hadislerin yazılı olduğu örtünün üzerinde hac işaretli Yunan bayrağının olması, İslâm dinine ve Müslüman cenazeye saygısızlıktır. Çünkü bayrağın üzerindeki haç işareti teslisin sembolüdür. Teslis inancı ise Ehli Sünnet inancıyla bağdaşmadığı için, cenaze musalla taşına ve mezarlığa taşınırken üzerinde haç işareti bulunan Yunan bayrağıyla cenazenin örtülmesi caiz değildir. Tayinli sözde müftüler ise, cenaze defnedilene kadar Yunan bayrağının tabutun üzerinde durmasında bir beis görmüyorlar ve buna cevaz veriyorlar.
Tayinli müftüler, verdikleri bu tür fetvalarla İslâm dinini tahrif ettiklerini, İslâm ve Türk düşmanlarının safında Ehli Sünnet'e karşı savaş halinde olduklarını, Ehli Sünnet inancının, Müslüman Türklerin, Türk halkının seçtiği müftü, imam ve milletvekilinin mahkûm edildiğini, İslâm ve Türk düşmanlarının, yalancıların, müfterilerin, fitne ve fesatçıların aklandığının farkında değil midir?
Gaflet ve dalaletlerinden dolayı yapıyorlarsa derhal tövbe edip istifa etmeleri gerekiyor. Fakat para ve makam uğruna dinlerini ve milletlerini satıyorlarsa, içinden çıktıkları aile ve toplumlarına bilerek ihanet ediyorlarsa, yapacak fazla bir şey yok. Onları hatalarıyla baş başa bırakıyor ve Allah'a havale ediyoruz.
Yunan basınında yer alan sözde atanmış naiplere ait fetvanın soru-cevap metninin Yunancasını da ekliyorum.
Bu fetva mantığına göre tayinli müftüler, patrikhanenin ve Yunan devletinin kıdemli askerleri sayılabilecekleri için, vefat ettiklerinde, defnedilene kadar tabutlarının Yunan bayrağına sarılı olması naaşlarını şereflendirecektir. Bu sebeple bu tayinliler mirasçılarına vasiyetlerini bu şekilde yapma imkanına sahiptirler.
--- -- ---
Στο όνομα του Αλλάχ του Παντελεήμονα, του Πολυεύσπλαχνου
Η δόξα ανήκει στον Αλλάχ, τον Κύριο όλων των Κόσμων, ειρήνη και ευλογία του Αλλάχ στον προφήτη Μουχάμμεντ, στην οικογένεια και στους φίλους του.
Έτος Εγίρας 23 Rab. I. 1441
Ιστορικό
Την 21η Νοεμβρίου του 2019 συναντήθηκαν στη Μουφτεία Κομοτηνής ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Κομοτηνής Τζιχάτ Χαλήλ, ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Ξάνθης Μπιλάλ Καρά Χαλήλ και ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Διδυμοτείχου Χαμζά Οσμάν για να συζητήσουν, να ερευνήσουν, να διαβουλευτούν και να επαληθεύσουν μεταξύ τους τις απαντήσεις στα τέσσερα (4) ερωτήματα που έθεσε η Δικηγόρος Πρωτοδικείου Ξάνθης κα Ε. Μιχαηλίδου με το από 18/11/2019 έγγραφο της προς τον Σοφολογιώτατο Τοποτηρητή Μουφτή Ξάνθης ζητώντας «την έκδοση ιερονομικής ρήτρας».
Το άρθρο 5 του ν. 1920/1991 (ΦΕΚ Α΄ 11) προβλέπει ότι ο Μουφτής «γνωμοδοτεί σε θέματα που έχουν σχέση με τον Ιερό Ισλαμικό Νόμο» και το άρθρο 3 αναφέρει ότι ο Τοποτηρητής Μουφτής ασκεί κανονικά όλα τα καθήκοντα του Μουφτή.
Ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Ξάνθης θεώρησε ότι τα ερωτήματα είναι ιδιαιτέρως σημαντικά, αφορούν τους μουσουλμάνους όλης της Θράκης και ως εκ τούτου έκρινε απαραίτητο να ζητήσει από τον Σοφολογιώτατο Τοποτηρητή Μουφτή Κομοτηνής και από τον Σοφολογιώτατο Τοποτηρητή Μουφτή Διδυμοτείχου να εκδοθεί κοινή ιερονομική ρήτρα. Ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Κομοτηνής και ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Διδυμοτείχου συμμερίστηκαν την άποψη του Σοφολογιώτατου Τοποτηρητή Μουφτή Ξάνθης και συμφώνησαν με την πρόταση του για την έκδοση κοινής ιερονομικής ρήτρας.
Ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Κομοτηνής, ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Ξάνθης και ο Σοφολογιώτατος Τοποτηρητής Μουφτής Διδυμοτείχου, μετά από μακρά διαλογική συζήτηση και μελέτη των κανόνων του Ιερού Κορανίου και των νομομαθών και νομοδιδασκάλων του Ισλαμικού Δικαίου, επεξεργάστηκαν, συνέταξαν και υπογράφουν τις απαντήσεις στα τέσσερα (4) ερωτήματα.
Πρώτο Ερώτημα: Όταν ένας μουσουλμάνος στρατιώτης όταν αποβιώνει εν ώρα υπηρεσίας, ο ισλαμικός νόμος επιτρέπει το φέρετρο να φέρει την σημαία του κράτους ως απόδοση τιμής στον στρατιώτη;
Απάντηση στο πρώτο ερώτημα: Όταν ένας μουσουλμάνος στρατιώτης αποβιώνει, ο ισλαμικός νόμος επιτρέπει το φέρετρο του να φέρει τη σημαία που έφερε και ο ίδιος όταν υπηρετούσε τη θητεία του, ως απόδοση τιμής στον στρατιώτη.
Δεύτερο ερώτημα: Συγκεκριμένα στην χώρα μας αν συμβεί αυτό σε Έλληνα μουσουλμάνο στρατιώτη που εν ώρα υπηρεσίας χάνει τη ζωή του, απαγορεύεται στο φέρετρο να υπάρχει η ελληνική σημαία μέχρι την ταφή του;
Απάντηση στο δεύτερο ερώτημα: Όχι. Σύμφωνα με το Ιερό Ισλαμικό Δίκαιο, οι μουσουλμάνοι στρατιώτες που χάνουν τη ζωή τους κατά τη διάρκεια της θητείας τους, δεν απαγορεύεται να φέρουν τη σημαία της πατρίδας τους μέχρι τον ενταφιασμό τους ( όπως την έφεραν και κατά τη διάρκεια της θητείας τους), εφόσον το φέρετρο περιλαμβάνει ισλαμικά θρησκευτικά σύμβολα όπως, κορανικά εδάφια και ρήσεις του Προφήτη.
Τρίτο ερώτημα: Είναι αρμόδια η νόμιμη Μουφτεία Ξάνθης και ο νόμιμος Μουφτής Ξάνθης για την ταφή των θανόντων μουσουλμάνων στρατιωτών ή όχι;
Τέταρτο ερώτημα: Οφείλουν οι αρχές σε περίπτωση θανάτου Έλληνα μουσουλμάνου στρατιώτη εν ώρα υπηρεσίας να συνεννοούνται με τον Νόμιμο Μουφτή για την τήρηση του Ισλαμικού Νόμου και του Οικογενειακού Δικαίου με τον προσήκοντα σεβασμό για το τελετουργικό της ταφής του;
Απάντηση στο τρίτο και τέταρτο ερώτημα: Σε περίπτωση θανάτου Έλληνα μουσουλμάνου στρατιώτη εν ώρα υπηρεσίας, πρέπει να τηρείται αυστηρά το πρωτόκολλο συνεργασίας των υπηρεσιών του κράτους.
Μετά από την ανταλλαγή απόψεων και συζητήσεων ως τρεις Τοποτηρητές Μουφτήδες της Θράκης εγκρίνουμε και συμφωνούμε από κοινού στο περιεχόμενο του παραπάνω κειμένου.
Ο Αλλάχ είναι Παντογνώστης και γνωρίζει ποιο είναι το σωστό.
Ο ΤΟΠΟΤΗΡΗΤΗΣ ΜΟΥΦΤΗΣ ΚΟΜΟΤΗΝΗΣ
Τζιχάτ Χαλή
Ο ΤΟΠΟΤΗΡΗΤΗΣ ΜΟΥΦΤΗΣ ΞΑΝΘΗΣ
Μπιλάλ Καραχαλήλ
Ο ΤΟΠΟΤΗΡΗΤΗΣ ΜΟΥΦΤΗΣ ΔΙΔΥΜΟΤΕΙΧΟΥ
Χαμζά Οσμάν