Lozan'da Batı Trakya ve Patrikhane
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, İncili, Pagan Greko-Helen kültürü tahakkümü altına alarak tahrif ettikten sonra, 1400 yıldan beri de, İslâm dinini aynı yöntem

Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, İncili, Pagan Greko-Helen kültürü tahakkümü altına alarak tahrif ettikten sonra, 1400 yıldan beri de, İslâm dinini aynı yöntem ve entrikalarla tahrif etme çabası içerisinde olmuştur. İslâm tarihi boyunca, paralel dinler, paralel mezhepler ve paralel tarikatlar üreterek Müslümanlar arasında nifak tohumları ekmiştir, ekmeye de devam etmektedir.
İslâm dünyasında ne kadar marjinal harici grup ve cemaat varsa, hepsinin arkasında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi zihniyeti vardır. Dinler tarihi, mezhepler tarihi ve tarikatlar tarihi dikkatle incelendiğinde, bu gerçekler açık ve net bir şekilde görülecektir. Bu tarihi gerçeklerin en sağlam ispatı ise, İstanbul’daki Fener Rum Ortodoks Patriğinin yürüttüğü uluslar arası faaliyetleridir.
Yunan devletinin bütün azınlık politikalarını geçmişte de, günümüzde de, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi dizayn etmektedir. Patrikhanenin onayı olmadan azınlık politikalarında en ufak bir değişikliğinin yapılması söz konusu değildir. Çünkü Batı Trakya Türklerinin bütün azınlık politikaları direkt olarak patrikhaneyi ilgilendirmektedir.
Bartholomeos efendinin de çok iyi bildiği gibi, Uluslar arası Lozan Barış antlaşması bir bütündür. Kısmen veya tamamen ihlâl edilemez. Keyfi olarak işimize geldiği gibi de yorumlanamaz. Efendim, Lozan Antlaşmasında şöyle yazıyor, böyle yazıyor, şu var, bu yok denemez. Art niyetli olmayan, samimi bir şekilde anlamak isteyen her akıl ve izan sahibi insan için her şey gayet anlaşılır ve açıktır. Sorun ve problem çıkarmak isteyen art niyetli insanlar için ise, İncil’den ayet de okusan yine bir şey anlamaz. Çünkü anlamak istemeyene bir şey anlatmak imkânsızdır.
Patrik efendi, Batı Trakya Müslüman Türklerinin bütün sorunlarının arkasında kendisi olduğu halde, kendisinin emri ve onayı olmadan ne kimse bir şey yapabilir, ne de bir şey yazabilir. Lâkin Patrik efendi, Batı Trakya’dan öcü gibi korkuyor, Batı Trakya’yı ne ağzına alır, ne de duymak ister. Bu konuda her zaman üç maymunu oynamıştır. Hiç duymaz, hiç görmez, hiç bilmez. Patrik olduğu günden beri, 27 sene zarfında bir kere dahi Batı Trakya’dan bahsettiğini duymadım. Duyamazsınız da.
Patrik Efendi, Batı Trakya ile beraber anılması işine hiç gelmez. Fener Rum Patrikhanesinin Batı Trakya Müslüman Türkleri mukabilinde Lozan’da bırakıldığını asla kabul etmez. Zira Lozan Antlaşması gereğince, müftülerle aynı seviyede tutulduğu zaman, Bizans İmparatoru gibi dünyanın her tarafında saltanat süremez. Özel sohbetlerinde, Batı Trakya’daki Müftülerle kıyaslanması ve beraber anılmasını büyük bir zül ve hakaret olarak kabul ettiğini itiraf etmiştir. Eee, ne de olsa koskoca patrik! hem de “ekümenik”lik iddiasında bir patrik.
Batı Trakya’da seçilmiş müftüler kim oluyor ki, zaten Lozan antlaşmasına göre, Batı Trakya’da Türk yok, Helen Müslüman var. Helen Müslümanların müftülerini de Fener Rum Patriği belirliyor. Yeni tayinli Dimetoka müftü naibi Hamza efendi de “Yunanistan’ın din ve inanç özgürlüğü konusunda dünyada emsalsiz bir örnek teşkil ettiğini” iddia ediyor.
Dolayısıyla Batı Trakya’da hiçbir sorun yok. Türkiye, konsolosluk ve seçilmişler karıştırıyor Batı Trakya’yı. Yoksa Yunanistan demokrasinin beşiği, dünyada nümune-i imtisal, eşsiz ve benzersiz dünya cenneti adeta. Haşa! En ufak bir haksızlık veya adaletsizlik söz konusu bile olamaz. Hamza efendinin sorumluluk bölgesi olan, Dimetoka’da yakılan ve kapattırılan camileri görmezsek, Camiler açık, (İslâm Bankasının finansmanıyla) medreselerimiz var, sarıklı cübbeli Helen Müslüman müftülerimiz var. Helen Müslüman daskalos ve daskalalarımız var. (İslâm ülkeleri bile şeriatla yöneltmezken) Batı Trakya, şer(r)iatla yönetiliyor. Daha ne isteyelim. Fazlasını istemek büyük nankörlük olur. Tabi -şaka bir yana- cancağızları öyle istiyor, ama kazın ayağı hiç de öyle değil maalesef.
Ben burada patrik efendinin hafızasını tazelemek için, kendisinin de çok iyi bildiği gerçek bir hikâyeden bahsetmek istiyorum. Geçen gün internet ortamında araştırma yaparken, Türkiye gazetesi sitesinde “Patrik ve patrikhaneye dair!” başlığıyla 14.3.2004 tarihli bir yazı ekranıma takıldı. Yazı biraz uzun ama ben bir iki alıntı yaparak özetlemeye çalışacağım.
Yazının siyak ve sibakından anlaşıldığına göre, hikâyeyi aktaran, tecrübeli eski bir diplomat olduğu anlaşılıyor. Hikâye kısaca şöyle: Kendisi 1948 yılında Türkiye Cumhuriyeti Fransa Büyükelçiliğinde Paris Sefareti başkâtibi iken cereyan eden bir hikâyeden bahsediyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin büyük baskılarıyla Fener Rum Ortodoks Patrikliğine tayin edilen Athenagoras’ın Amerika’dan Türkiye’ye seyahati sırasında bir sorun çıkıyor. Patrik Athenagoras, patriklik makamına seçilebilmesi için Türküye Cumhuriyeti vatandaşı olması gerekiyor.
Yazının seyrinden öyle anlaşılıyor ki, Türkiye Cumhuriyetinin Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği Patrik Athenagoras’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını ayarlamada sorunlar çıkıyor ve bu sorunu çözmek için, görevi Türkiye Cumhuriyeti Paris Büyükelçiliğine havale ediyorlar.
Bu arada ilginç bir olay meydana geliyor. Amerika Birleşik Devletleri Türkiye Büyükelçisi rahmetli Münir Ertegün şüpheli bir ölüm sonucunda, Washington’da hayatını kaybediyor. Amerika Birleşik Devletleri bunu fırsat bilerek, hem Sovyetler Birliğine gözdağı vermek, hem de Türkiye Cumhuriyetini Sovyetlerden koruma bahanesiyle, kendisine yaklaştırmak ve kontrol altına almak için, rahmetli Büyükelçi Münir Ertegün’ün naaşını Türk bayrağına sararak, Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri Amiral Gemisi ünlü Missouri Zırhlısı, kaptan köşkünün güvertesinde kurulan bir katafalka konarak, İstanbul Dolmabahçe Sarayı önlerine demir atıyor.
Hemen aynı dönemde Patrik Athenagoras, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harri Truman’ın özel jet uçağıyla, İstanbul’a gitmek için yola çıkıyor. Patrik Athenagoras, İstanbul’a doğru seyahat ederken, Paris’te vereceği seyahat molası esnasında, Pasaportunu, Türkiye Cumhuriyeti Nüfus Cüzdanını ve diğer evrakı, Türkiye Cumhuriyeti Paris Sefaretinden alacaktı. Ancak Paris Büyükelçiliği ile, Dışişleri Bakanlığı arasında sorun yaşanıyor. Neticede sorun bir şekilde hallediliyor. Paris Sefiri o sıralarda Paris'te olmadığı içn Sefaret Başkâtibi evrakları Athenagoras’a teslim ediyor.
Patrik Athenegoras’ın hem şahsı hem Patrikliği büyük sıkıntı, bir türlü kılıfına uyduramıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre, Patriklik makamına seçilecek kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması gerekiyor. Burada yine Bizans aklı devreye giriyor; Athenagoras, 1886 Yanya doğumlu olduğu için, o dönemde Yanya Osmanlı toprağı, bu vesileyle Osmanlı döneminde ve Osmanlı toprağında dünyaya geldiği için, kendisine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmesi uygun görülmüştür.
Patrik Athenegoras’ın vatandaşlık sorununa bir şekilde kılıf uyduruluyor. Fakat Athenagoras, Heybeli Ada Ruhban Okulu mezunu, dolayısıyla, balkan savaşlarında, özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında Osmanlı Devletine karşı, Yunan çetelerini örgütlemede başı çektiği kayıtlar ve belgelerle biliniyordu. Ancak Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harri Truman bizzat kendisi devreye girerek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına alınması ve Patriklik makamına geçmesi için devreye giriyor.
Çünkü Athenagoras, Amerika Birleşik Devletlerinin özel projesi idi. Amerika Birleşik Devletleri tarafından olağanüstü görev ve yetkilerle Türkiye’ye geliyordu. Patrik Athenagoras, Osmanlı Devletinin yıkılması ve Türkiye Cumhuriyetinin altının oyulması için büyük rol oynamıştır. Konuyu daha fazla dağıtmamak için, Athenagoras’ı ayrı bir yazıda ele alacağım. Burada ehemmiyetine binaen şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim. 1948’den 1972’ye kadar 24 yıllık Patriklik döneminde, Türkiye Cumhuriyeti gerek yurt içinde gerekse uluslar arası düzeyde yaşadığı bütün sorunların arkasında başrolde Patrik Athenagoras görülmektedir.
Türkiye’nin NATO’ya girmesi, İstanbul’da meşhur 6-7 Eylül 1955 olayları, Kıbrıs’taki vahşetler, 1960 askeri cunta ihtilâli, Menderes’in, Polatkan’ın ve Zorlu’nun idam edilmelerinin arkasında Patrik Athenagoras’ın olduğundan zerre kadar şüphe yoktur.
FETÖ ve Bartholomeos, Athenagoras ve Athenagoras’ın arkasındaki güçlerin özel projeleridir. Bütün bu fitnelerin ve fesatların dölyatağı Fener Rum Ortodoks Patrikhanesidir. CIA-ABD sadece kuvöz görevini yapıyor. Fetö-Bartholomeos-papaz Brunson hepsinin arkasında aynı güçler vardır. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, Bartholomeos, Amerika, Avrupa niçin Heybeli Ada Ruhban Okulunun faaliyete geçmesi için bu kadar yırtınıyorlar. Yeni Athenagoras’lar, yeni Bartholomeos’lar yetiştirmek için.
Türkiye Cumhuriyeti geçmişten ders almazsa, ve gereken tedbirleri almazsa, hem Türkiye’nin hem Batı Trakya’nın hem de bütün İslâm dünyasının başı belâdan kurtulmaz. Çok uyanık olmak gerekiyor, şuurlu Müslümanların aynı delikten peş peşe ısırılmamaları gerekiyor. Zira cahil, gafil ve hainler çoktur, aramızdadır, içimizdedir.
Tekrar konumuza dönecek olursak, Türkiye gazetesindeki yazıyı yazan zat, Bartolomeos’u dönemin TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in Dolmabahçe Sarayında verdiği bir davette tanımış. Bartholomeos’un da hazır bulunduğu, Dolmabahçe Sarayındaki bu davet, Atatürk’ün giydiği elbiseleri tanıtan bir defile ile son bulmuş. Herkes ayakta alkışlıyor ve hep beraber Onuncu Yıl Marşını söylüyorlar, adam diyor ki, baktım, Patrik Bartholomeos da bizler gibi ayakta içtenlikle “çıktık açık alınla her savaştan!..” diye marşı söylüyordu. Yanına gittim kendimi tanıttım. Elini sıktım hem tebrik hem de teşekkür ettim.
Patrik en samimi haliyle “pek tabii değil mi efendim? Ben bir Türk vatandaşıyım” demişti. Aralarında şöyle samimi bir diyalog geçiyor. Bartholomeos, her fırsatta ve her yerde olduğu gibi, hemen şikâyet ve serzenişlere başlamış. Ruhban Okulundan ve özellikle Lozan Antlaşmasından söz ediyor. Antlaşma metninde Patrikhane ile ilgili hiçbir hüküm yokmuş! Diyor.
Laf olarak doğru söylüyor. Ama asıl doğru olan başkadır. Bunu Bartholomeos kendisi de çok iyi bilir. Uluslar arası antlaşmalar, bir bütündür. Patrikhanenin Türkiye’den çıkarılması talebimiz, Lozan’da iki ayrı komisyonda uzun-uzun tartışmalara sebep olmuştur. Bu komisyonlardaki Türk heyetine Dr. Rıza Nur ile rahmetli hocam Hasan Saka başkanlık ediyordu. Sert münakaşalar oluyordu. Venizelos, Loyd George’un kucağından inip, Clemeceau’nun eteğine sarılıyor onlardan yardım istiyordu.
Patrikhanenin yurt dışına çıkarılması mukadderdi. O kadar ki, Ayanaroz’da yeri bile hazırlanıyordu. Vakit kazanmak için bu konunun imzadan sonra yapılacak Batı Trakya Türkleri ile İstanbul’da yerleşik Rumlar müstesna kalmak üzere, iki ülke arasında yapılacak ahali mübadelesi müzakereleri sırasında ele alınması kararlaştırıldı.
Lozan muahedesinin imzası sırasında, Lord Courzon söz aldı. İsmet Paşaya hitaben: “Ey muzaffer kumandan!.. sizden bir istirhamım var!.. Ehali mübadelesinden istisna edilecek olan İstanbul’daki Ortodoks Rumların münhasıran dini ibadetlerini sağlayabilmek için, Rum Ortodoks Patrikhanesinin Türkiye’de kalmasına lütfen müsaade buyurun, istirham ediyorum.” Diyor.
İsmet Paşa.., Fatih Sultan Mehmet’ten bu yana gelen bütün Türk büyükleri gibi, âli cenap ve cömert davranıyor. Lord Curzon’a şu cevabı veriyor: “Bu sözlerinizi senet ittihaz ederek münhasıran Hıristiyan vatandaşlarımızın ibadetlerini sağlamak kayıt ve şartıyla Patrikhanenin yurt dışına çıkarılması talebimizi geri alıyorum’…” diyor.
Bütün bunları şunun için yazıyorum: Bartholomeos efendi artık, gururu, kibri ve Batı Trakya konusunda üç maymunu oynamayı terk etsin! Gözünü hakikate açsın ve Patrikhanenin kaderinin Batı Trakya’nın elinde olduğu gerçeğini kabul etsin!
Batı Trakya Çınarından kırdıkları her dal, Patrikhanenin köklerini kuruttuğunun farkında olsun. Biz kimsenin düşmanı değiliz. Ayrıca Batı Trakya Müslüman Türklerinin kaybedeceği hiçbir şey yoktur. Allah’ın bir lütfu olarak kaybettiğimizi zannettiğiniz zamanlarda da kazanıyoruz, kazandığımız zaman da kazanıyoruz, bizde hiç kayıp ve zarar yoktur. Kaybeden ve kaybedecek olan sizsiniz. Ama geç olmasın.
Şunu da hiç unutmayın ki, Batı Trakya Müslüman Türkleri çaresiz de değildir. En büyük ve tükenmeyen çaremiz sabırdır. Fakat siz, acılarımıza kulak tıkayıp, Patrikhane'den Batı Trakya’daki maşalarınıza zulümleri artırmaları için emirler vermeye devam ederseniz, o zaman bir paskalya tatilinde sorunları daha yakından konuşmak için birkaç hafta patrikhanede misafiriniz olmak mecburiyetinde kalacağız.
Fazla değil, beş on bin Batı Trakyalı patrikhanenin önünde çadır kurup bir iki hafta kamp yapsak ve yakından konuşsak daha iyi olur diyorsanız biz ona da varız. Size hem Yunanca hem Türkçe anlatırız, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilere, İngilizce, Almanca, Fransızca Arapça ve sair dillerde anlatabilecek Batı Trakya’lı gençlerimiz bol-bol vardır. Bu vesileyle, bütün dünyaya Fener’den sesimizi daha iyi duyurma fırsatını buluruz.
Balattaki meşhur işkembecide bol-bol kelle paça yeriz, haliç sahilinde de ekmek arası balık yeriz, korkmayın Batı Trakya Müslüman Türkleri kanaat sahibidir, fazla da masraf çıkarmayız. Bu kadar hesabı da Amerika’daki özel kasanız Karluços ailesi karşılar herhalde...