Susak Kabağı Gibi Olduk...
Asıl adı su kabağı olmasına rağmen, bölgemiz köylerinde susak kabağı olarak adlandırılır. Wikipedia’ya göre, daha çok süs eşyası olarak kullanılır. Zaten o yüzd

Asıl adı su kabağı olmasına rağmen, bölgemiz köylerinde susak kabağı olarak adlandırılır. Wikipedia’ya göre, daha çok süs eşyası olarak kullanılır. Zaten o yüzden olsa gerek, içi boşaltılan bu kabak, Türk dünyasında su kabağı olarak tanımlanmıştır. Hatta ilginçtir, bazı yerlerde yemeği bile yapılır. Tek yıllık bir bitki olduğundan dolayı insanlar bu çeşit kabakları, süs eşyası olarak kullanmaya devam etmektedirler. Ne ilginçtir ki, bu bitki içi boşaltılsa da boşaltılmasa da, normalde diğer kabaklara göre daha hafiftir, ama güzellik bakımından daha havalıdır. Onun için olsa gerek, insanlar da bu bitkiden abajur, oyuncak gibi göze hitap eden eşyalar yapmaktadırlar. Hatta bölgemizde eskiden derelerde veya teknelerde çamaşır yıkanırken, su kepçesi şeklinde kesilerek hanımların sık kullandığı bir alet olarak da kayıtlara geçmiştir.
Şimdi alakaya maydanoz diyebilirsiniz, veya bayram değil seyran değil bu eniştem bu vakitte beni neden öptü diye de düşünebilirsiniz. Ne alakası olabilir ki bir susak kabağının, azınlık içinde ve dışında yaşayan bu insanlarla?
Ne demiştik, içi boşaltılan su kabağı genelde süs eşyası olarak kullanılır. Al işte, beyni boşaltılan nesiller yetiştirmek için yıllardır faaliyette olan düşmanlarımız, bunu çok iyi bir olay gibi bize gösterdiklerinden dolayı, kendi kültür ve geleneklerimizi unutup onlarınkine özendirme politikasıyla bu hale getirmediler mi bizleri? Ondan sonra da havası bol olsun kızımın veya oğlumun deyimleriyle, çocuklarımızı bir süs eşyası olarak kullanmayı bile hüner saydık. Hava atmakta rekabet eden bir topluluk, batmaya ve ikinci planda kalmaya da mahkumdur sözlerini görmezden gelmeye başladık. Vatanını, bayrağını, dilini ve dinini, para ve nam uğruna satanlar veya unutanlar çoğalmaya başladı. Baştakiler sanki başkalarını mı düşünüyor diye kendilerini teselli edenler, camide bize vaaz verip de söylediklerini imamlar kendileri bile yapmıyor diye avuttular ve daha kötülerini yapmak için adeta kendi aralarında yarışır oldular. Bu vaziyet tabii ki gün geldi, onları yaptıkları yanlışların doğruluğuna inanır hale getirdi. Sonuç, böyle devam ederse tabii ki felaket.
Başka ne demiştik su kabağı için, kadınlar tarafından su kepçesi olarak çamaşır yıkamada kullanılırmış. Evet, belirli ölçülerde kesildiğinde tam bir kepçeyi andırır ve sapı da olduğundan dolayı kolayca suyu taşımaya yarar. Su taşımak deyimini eskiden bugünlere kadar kullanabiliriz. Su taşımak söz taşımak veya başka bir deyişle su taşımaktan başka bir işe yaramamak. Bunları okuduktan sonra da, gerek başınızdan geçmiş bir olayı anımsayarak, gerekse Azınlıkta yaşanan bazı olayları göz önünde bulundurarak, bunun da ne kadar yerinde bir tespit olduğunu anlayabilirsiniz. Benzerlikler devam ediyor. Gammazlamak veya iftira atmak kelimelerini ise kullanmak bile istemiyorum.
En faydalı ve kıyaslanması da muhteşem olan tek benzerliği, bazı yerlerde yemeğinin de yapılmasıdır ki, bu durumda bazı insanlar için kabağın dış görünümü önemli değil, içindeki besin değeri daha önemlidir. En azından birinde karnını doyurmak, diğerinde ise karnı tok, beyni de faydalı şeylerle doldurulmuş nesiller yetiştirme benzerliği vardır. Dışını süs gibi kullanacağına, içi ile karnını ve beynini doldurmak daha iyidir. Başkalarının süs aleti olmak isteyen ve dış görünüşü güzel diye, kendini onların istediği bir şekile sokmak isteyen insanlarla dolu etrafımız. Kendi doğallımızdan mahrum, yavaş yavaş başkalarının kültürlerine duyduğumuz özenti ile, kendi kişiliğimizi kaybedip farklı karakterlere bürünen insanlarla dolu etrafımız. Allah göstermesin, çok yakında susak kabağı gibi abajur olup yukarılarda asık olmayı yeğleyen kişilerle dolmasın etrafımız.
Harun kardeşimin gönderdiği bir yazı ile son vermek istiyorum bu haftaki yazıma, çünkü hayal gücümün önüne geçmem de zorlaşıyor aksi takdirde.
Osmanlının son dönemlerinden günümüze kadar uzanan bir alıntı.
1913 Yılında Serez’de Halkalı Ziraat Mektebi’nde okuttuğumuz besleme Ermeni Eczacı Ohannes’in sözleri bizim için çok manidardır. “Dedeleriniz altı yüz yıl sırmalı çuhalar içinde biz Hıristiyanların arasında dolaştılar. Para sizde, ihtişam sizde idi. Bütün Hıristiyanlar sizin bu muhteşem yaşayışınıza gıpta ediyorlardı. Biz Ermeniler de dahil olmak üzere sizi kıskanıyorduk. Nihayet size bir gaflet arız oldu. Vatan sevgisini unuttunuz. Birbirinizi çekemez oldunuz. Terbiyeniz bozuldu. Mazinizle olan bağlarınızı kopardınız. Nasıl bir millet olduğunuzu bile bilmiyorsunuz. Şimdi yakın bir geçmişte çuha giyen bir milletin çocukları, karşımda, sırtlarında çuvaldan elbise, ayaklarında ağaçtan takina giyerek, palyaçolar ve maskaralar gibi duruyorlar. Bu benim için zevkine doyamadığım hazlı bir seyir etme olayıdır. Sizin bu düşmeniz, bütün Hıristiyanlara eğlenceli günler yaşatmaktadır. Bugünleri de gördükleri için Tanrı’ya müteşekkirdirler Hıristiyanlar!…”
Müslüman ve Türk dünyasındaki birlik ve beraberliğin ne demek olduğunu ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlar gibi olduk sanki bu yazıdan sonra. Bir avuç insan için ise bunun önemini zaten söylememize bile gerek yok.
Bu haftalık bu kadar yeter kanaatindeyim değerli okurlarım. Haftaya görüşünceye dek Hoşça kalın, Dotça kalın…