Yunanistan Lozan Antlaşması'ndaki “mütekabiliyet”ten ne anlıyor?
Uluslararası Lozan Barış Antlaşması’na göre, İstanbul Ortodoks Rumlarının, Batı Trakya Müslüman Türkleri mukabilinde/karşılığında bırakılmış olduğu bütün dünya

Uluslararası Lozan Barış Antlaşması’na göre, İstanbul Ortodoks Rumlarının, Batı Trakya Müslüman Türkleri mukabilinde/karşılığında bırakılmış olduğu bütün dünya tarafından bilinen bir gerçektir. Hal böyle olmasına rağmen, Yunanistan ve Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, bu gerçeği yok saymayı ve Uluslararası Lozan Barış Antlaşması’nı istedikleri gibi anlama ve yorumlama inadını sürdürüyorlar.
Uluslar arası antlaşmalarda ve ilişkilerde hak ve çıkarların korunmasında en etkili olan unsur “mütekabiliyet” esasıdır. Mütekabiliyet esasına dayanmayan herhangi bir antlaşmadan ve ilişkiden söz etmek mümkün değildir.
Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Lozan Barış Antlaşmasına göre, Batı Trakya Müslüman Türkleri ile İstanbul Ortodoks Rum Azınlığı, mütekabiliyet esasına dayalı olarak karşılıklı eşit haklara sahip olmak şartıyla mübadeleye tabi tutulmadan yerlerinde bırakılmış iki azınlıktır.
Lozan müzakerelerinde, patrikhanenin İstanbul’da kalması hiç söz konusu değildi. Hatta Türkiye topraklarından çıkarılması ve Yunanistan’a Agion Oros’a gönderilmesi mukadderdi. Bu konuda Mustafa Kemal, Le Journal muhabiri Paul Herriot’a 25 Aralık 1922’de Patrikhane ile ilgili şunları söylüyor: “Bir fesat ve ihanet ocağı olan, ülkede ayrılık ve uyuşmazlık tohumları saçan, Hıristiyan hemşerilerimizin de huzur ve refahı için de felâket simgesi olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımızda barındıramayız. Bu tehlikeli örgütü, ülkemizde tutmamız ne gibi gerekçe ve nedenler ileri sürülebilir? Türkiye, Rum Patrikhanesi için topraklarında bir sığınak göstermeye ne zorunluluğu vardır? Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?”
Ne yazık ki, Lozan’da bir İngiliz oyunu ve dayatmalarıyla, Lord Courzon’un İsmet İnönü’ye rica ve istirhamı neticesinde, İstanbul’da mübadele dışı kalan, Ortodoks Rumların sadece ve sadece ibadet görevlerini yerine getirmek için Türkiye Cumhuriyeti topraklarında kalmasına müsaade edilmiştir.
Lozan’daki müzakere tutanaklarından da açık ve net bir şekilde anlaşıldığına göre Patrikhane, siyasi veya idari işlerle asla uğraşmayacağını, sadece ve sadece İstanbul’daki Ortodoks Rumların (ayin törenlerini yönetme, vaftiz, nikâh ve boşanma gibi) dinî ve örfî ihtiyaçlarını karşılama kaydıyla İstanbul’da kalmasına müsaade edilmiştir. Osmanlı devleti tarafından patrikhane’ye tanınmış olan bütün imtiyazlarını tamamen yitirmiş, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla Patrikhaneye yeni bir statü ve görev alanı belirlenmiştir. Fakat Patrikhane, Lozan Barış Antlaşması’nda ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yetki ve görev alanıyla ilgili düzenlemeleri her zaman göz ardı ederek, Bizans İmparatorlarının verdiği yetkilerin de üzerine çıkarak bütün dünyaya hükmeden “yegâne imparator” gibi davranmaktadır.
Adam haksız da değil, bütün Siyonist emperyalist lobiler ve küresel baronların servetleri “ekümenik patrik”in emrindedir. Adam haklı olarak kendisine biçilen rolü oynamak mecburiyetindedir. Dünya çapında evrensel dokunulmazlığı olan tek kişidir. Hâşâ! Peygamberlerden de üstün, adeta Tanrı mesabesinde olduğuna inanılıyor. Bütün dinlerin hâkimi ve yöneticisi iddiasındadır. Bütün dinleri Greko-Hellenizm kazanında “kaynatarak” ortak bir küresel “vaftiz şarabı” imal etme sevdasında…
Tıpkı sözde kâinat imamı Feto gibi. Bartholomeos gibileri, Feto gibi din baronları bunların dinle, imanla, Müslümanlıkla, Hıristiyanlıkla uzaktan yakından hiçbir alâkaları yoktur. Bunlar, cahil insanları büyüleyen firavunların paralı sihirbazları mesabesindedir. Bu tür düzenbazların taptıkları şeyler makamdır, maddi güçtür. Kuvvete, güce ve maddeye tapanların anladıkları tek dil, inandıkları ve taptıkları putlarının yıkılmasıdır, ortadan kaldırılmasıdır.
Son zamanlarda, kendilerini evrensel dokunulmaz hissedenler, özellikle Afrin “Zeytin Dalı Harekâtı”ndan sonra, telâş ve tedirginliğe kapıldıklarını gizleyemiyorlar. Bartholomeos, geçmişte Bizans Kartalı edasıyla, Amerikan CBS televizyonuna verdiği beyanatta; “Türkiye’de kendimi çarmıha gerilmiş hissediyorum” diyecek kadar pervasızlaşabilirken, Afrin “Zeytin Dalı Harekâtı”ndan sonra, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına hitaben: “Kilisemizin kadim geleneği olarak ayinlerimizde her zaman, Devletimizin bekası, yöneticilerinin sağlığı, halkımızın refahı ve saadeti için dua edilmektedir” diyerek Türk ordusunun zaferi için dualara başladı. Bunlar böyle, biraz zoru gördüler mi, hemen yumuşuyorlar.
İsmet İnönü’nün Lozan’daki meşhur tavizinden sonra asıl büyük tavizi 1948 yılında Cumhurbaşkanlığı döneminde olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Truman’ın dayatması ve baskısı neticesinde, CIA’nin en büyük projelerinden biri olan, Yunan uyruklu büyük mason Patrik Athenegoras’a Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını vermesi ve Fener Rum Ortodoks Patriği maskesi altında emperyalist güçlerin gizli servislerinin Truva atı gibi faaliyet göstermesine imkân sağlamasıdır.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, Uluslararası Lozan Barış Antlaşması’nı daha ilk günden itibaren ayaklar altına almış, her zaman kendi bildiklerini okumuştur. Yunan devleti de aynı şekilde, bugüne kadar Batı Trakya’da Lozan Antlaşmasının hiçbir maddesine sadık kalmamıştır. Hem patrikhane, hem Yunan devleti, koruyucuları olan küresel emperyalist güçlerden aldıkları güç ve destekle elde ettikleri kazanımlardan dolayı Lozan’ı uygulama ihtiyacını hiçbir zaman hissetmemişlerdir.
Yunan devleti, Batı Trakya Müslüman Türklerinin Uluslararası İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Uluslararası Lozan Barış Antlaşması’ndan doğan haklarını her zaman hiçe saymıştır. Bunun yanı sıra Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ise, küresel emperyalist güçlerin arzuları doğrultusunda, Uluslararası Lozan Barış Antlaşmasına ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırı bir şekilde (devlet içinde devlet) edasıyla olağanüstü hak ve yetkilerle kendisini donatmıştır. Hal böyle olunca, Patrikhane ve Yunanistan için, Uluslararası Lozan Barış Antlaşması hiçbir zaman bir değer taşımamıştır.
Yunanistan Batı Trakya Müslüman Türklerine karşı baskı ve zulümlerini artırmış, patrikhane ise uluslar arası plâtformlarda Türkiye Cumhuriyetini şikâyet etmek ve küçük düşürmek için, her türlü yalan ve iftirayı mubah görmüştür. Patrikhane, tarih boyunca Türkiye’nin güçlü olduğu dönemlerde çok sinsi bir şekilde sessizce faaliyetlerini sürdürmüş, Türkiye’nin güçsüz ve sıkıntılı olduğu dönemlerinde ise istek ve ihtiyaçları karşılandıkça daha fazla isteklerde bulunarak, sesini gür bir şekilde bütün dünyaya haykırmayı fırsat bilmiştir.
Bartholomeos, Türkiye’de kendisini İstanbul Fener Rum Ortodoks Patriği, yurt dışında ise Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına aykırı bir şekilde Konstantinupolis Ekümenik Patriği olarak takdim ediyor. Bartholomeos, göreve geldiği ilk günden itibaren, nasıl bir görev ve misyonla faaliyet göstereceğini 2 Kasım 1991’de İstanbul’da Fener Rum Ortodoks Patrikhanesinde patriklik tacını giyerken yaklaşık bir saat süren konuşmasında gayet profesyonel bir şekilde dosta düşmana ince mesajlarını göndermeyi ihmal etmemiştir.
Daha ilk günden haçlı asasını eline alarak, kendisini “Roma-Bizans” patriği yerine koymuş, “Konstantinupolis Kilisesine lâyık görüldüm” diyor. Evet, kendisini bu göreve lâyık gören küresel emperyalist güçler, varlıklarını bütün dünyada etkin bir şekilde devam ettirebilmeleri için kendi emellerine hizmet eden dinlere ve din baronlarına ihtiyaçları vardı. Çünkü “Patriksiz İmparatorluk olmaz” tarihî söylemi bütün gerçekliği beyan etmektedir. Fener Ortodoks Rum Patrikhanesi tarih boyunca küresel emperyalist güçler için en kullanışlı Truva Atı görevini yapmıştır.
Yunanistan ve Patrikhane, mütekabiliyeti ne yapsın? Lozan’ı ne yapsın?
İslâm ve Türk düşmanı bütün siyonist emperyalist güçleri arkasına almış olan Yunanistan ve Patrikhane, oturup da Lozan’la, mütekabiliyetle veya Batı Trakya Müslüman Türklerinin haklarıyla uğraşacak halleri yoktu. Böyle bir ihtiyaçları ve dertleri de olamaz. Lozan’dan elde edebilecekleri, kazanabilecekleri herhangi bir şey söz konusu değildir. Tam aksine Lozan olduğu gibi uygulanmaya kalkışılsa, Patrikhane diye bir şey kalmayacaktır. Batı Trakya Müslüman Türkleri de bugün yaşadıkları sıkıntıların büyük kısmını yaşamayacaktır.
Bunların kitaplarında, hak, hukuk, adalet, sevgi, merhamet, insan hakları, demokrasi gibi erdemler, içi boş kavramlardır. Hiçbir değer ifade etmez. Bunların anladığı tek şey güçtür. Onun için fazla aceleye gerek yok. Elbette herkesin anladığı dilden konuşacak birileri zamanı geldiğinde ortaya çıkacaktır. Her firavunun Musa’sı olduğu gibi, günümüz firavunlarının da muhakkak Musa’ları çıkacaktır. Hakkı, hukuku, gerçek adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, insan haklarını, kul haklarını, komşuluk ve kardeşlik haklarını herkesin anladığı dilden anlatacak birileri muhakkak ortaya çıkacaktır.
Bizim ömrümüz yeter mi, bilmem! Fakat ansızın gelip çatacağından zerre kadar şüphemizin olmadığı o günlerde, azgın ve şımarık patrikhanenin ve Yunanistan’ın halet-i rûhiyelerine müşahede etmeyi çok isterdim. Ancak o zaman Lozan’ı da, mütekabiliyeti de gerçek manasıyla kavrayacaklardır.
Bunlar gerçek dost ve gerçek düşmanı ayırt edemeyecek ve hatırlamayacak kadar hafızaları zayıf toplumlardır.
Bugün dost gördükleri ve güvendikleri Almanlar, İngilizler, Fransızlar ve Amerikalılar, bugün Kürtleri nasıl kullanıp ortada bırakıyorlarsa, geçmişte sizi de nasıl kullandıklarını, sonra da ortada bıraktıklarını, nasıl sömürdüklerini, hatırlayın!
Daha henüz 70 yıl önce, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar dört yılda, Yunanistan’a en büyük felâketleri nasıl yaşattığını, Kurtuluş Savaşı sırasında, İngilizler ve Fransızlar, Sakarya’ya kadar ileri sürüp sonra nasıl ortada bıraktıklarını, 40 yıl önce Kıbrıs Barış Harekâtında, Amerikalıların nasıl ortada bıraktıklarını unutmayın!
Unutmayın, biz kimsenin düşmanı değiliz. Bunca ihanet, baskı ve zulümlerinize rağmen, size karşı da kin ve düşmanlık gütmüyoruz. İyi komşuyu ve gerçek dostu ayırt etmeyi öğrenin. Geçmişten ve tarihten ibret alın. Daha ne diyelim. Dost acı söyler ama gerçekler bunlardır. Tanrısı madde, çıkar ve para olana hiçbir zaman güven olmaz.
Biz inanıyoruz ki, doğruluktan, dürüstlükten, hak’tan ve adaletten daha büyük bir güç yoktur. Batı Trakya Müslüman Türkleri olarak inanıyoruz ki, er veya geç sadece Lozan’da tanınan kısıtlı haklarımızı değil, ecdadımızın bize bıraktığı bütün haklarımızı fazlasıyla elde edeceğimizden zerre kadar şüphemiz yoktur. Çünkü haklıyız, dürüstüz, çok sabırlıyız ve hiçbir zaman doğruluktan ayrılmadık. Patrikhanenin ve Yunanistan’ın oyunlarından ve zulümlerinden zerre kadar korkumuzun olmadığını azınlık tarihimiz boyunca fazlasıyla ispat ettik.
Yunanistan’ın ve Patrikhanenin bütün Bizans oyunlarını, Allah’ın yardımıyla çöpe atmayı başardık. İstedikleri kadar Bizans oyunları ve entrikaları kursunlar. İstedikleri kadar paralel şeriat, paralel müftü ve paralel azınlık putları yapsınlar. Batı Trakya Müslüman Türklerinin ıskartalarından yaptıkları bütün putları bir gün yemek mecburiyetinde kalacaklardır.
Romalıların Hz. İsa ve Havarilerine uyguladıkları zulümlerin aynısını bugün Yunanistan ve Patrikhane Hz. İsa’nın ve Havarîlerinin yolundan giden Batı Trakya Müslüman Türklerine uygulamaktadırlar. O gün batmaz ve yıkılmaz denen Roma ve Bizans nasıl tarihe karıştıysa, bugün onların zulüm ve karanlık yollarından yürüyenler de, er veya geç aynı sonuçlarla karşılaşmaya mahkûmdurlar. Çünkü “Lâ Galibe İllâllah”/Allah’tan başka galip yoktur.