Bir gerekçe: Azınlığın hukuki varlığı, Lozan ve tedrici ihlaller yumağı
Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı'nın bir ferdi olarak kalbi temelde ve teknik metodla, hukuki metinleri, uzantılarını ve kısaca ihlalleri aktarmaya çalıştım.

Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı özü, ibadeti ve çeperi itibariyle bir bütündür. Bu bütün, varlığını zaman içerisinde sahip olduğu uhrevi ve geçici olmayan bir hakikat görünümü ile gerçekliğin tam ortasında konumlandırmakta, aynı zamanda hukuki kimliğini Lozan’ın (Lozan Barış Andlaşması veya Lozan Sulh Muâhedenâmesi, 24 Temmuz 1923, Lozan, İsviçre) ilgili hükümleri ve uluslararası hukuki ve diplomatik andlaşmalar ile kazanmaktadır.
Burada özün, kültür, inanç ve aktarım vasıtasıyla belirginleştiği bir toplum yapısından bahsediyoruz. Bu yapının sosyalliğini ve gündelik yaşantısını bağlı olduğu ibadet, anlayış ve eylemler aracılığıyla hayata geçirerek kendisini dini, kültürel ve etnik olarak sürekli şekilde yeniden kuşatmasını bir merkez ve taşıyıcı kabul etmekle beraber bu taşıyıcı unsurun yazılı tasdiki, Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı’nın an itibariyle süregelen varlık ve anlam mücadelesini bir gerekçe olarak uluslararası hukuki temele taşıyan, Türkiye, Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve diğer imzacı devletleriyle bir “barış” andlaşmasından, bunun içerdiği birtakım hak kategorilerinden ve diğer bazı hukuki metinlerden söz edeceğiz.
Bahsedilen yönelimin temel amacı, uluslararası andlaşmaların ihtiva ettiği hukuki varlık ve gerçekliği her geçen gün ihlale uğratarak toplumsal ve kültürel aşındırma arayışının ve süregelen baskıların her defasında aynı sükûnet ve netlikte, Türk ve Müslüman medeni bir topluluğun hak temelli, fazilet ve feraset ekseninde bir duruşla karşılaşacağına işaret ederek, bu karşılığın meşruiyetini başta din, kimlik ve kültür hakikatleri olmak üzere hukuki metinler ve uluslararası andlaşmalar ile korunmuş haklarından aldığının tekrarlanmasıdır. Bu tekrarlama halinin, okurların dünyasında azınlığın varlığının, hukuki dayanaklarının ve temellerinin anlaşılmasına vesile olmasını dilemekteyim.
İmzalandığı tarih itibariyle nüfusunun yüzde doksanı Türk ve Müslüman olan Batı Trakya’yı resmi ve hukuki bakımdan Yunanistan’a dâhil eden Lozan Barış Andlaşması, Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı’nın (ve Türkiye’deki Müslüman olmayan azınlıkların) hukuki statüsünü belirleyen ve aynı zamanda andlaşmaya konu hakları hukuki ve fiili mütekabiliyet anlayışı ile garanti altına alan uluslararası bir barış andlaşmasıdır. Andlaşma, konu edindiği haklar silsilesini mevcudu itibariyle en iyi şekilde koruma, bu hususta imzacı devletlere pozitif ve negatif yükümlülükler yükleme ve azınlıkların haklarını ileri taşıma anlayışıyla imzalanarak yürürlüğe girmişse de uygulanageldiği zamansal aralıkta ihlallere uğramıştır.
Bu ihlaller çoğu zaman apaçık, geneli itibariyle sürekli ve adım adım yol almıştır. Lozan’a taraf devletlerden Yunanistan makamlarının zamansal politikalarıyla şekil değiştirse de ihlaller çeşitli kategoriler içerisinde toplanmıştır.
Lozan ve andlaşmalar bağlamında kalarak üç meseleyi düşündüğümüzde; başta azınlığın uluslararası mütekabiliyetle temin edilmiş haklarından ve kimliğinden, devamında bunların dini, kurumsal ve hukuki yapılar (müftülük, vakıf ve dernekler ve azınlık okulları) ile hayata geçirilmesinden ve nihayetinde tüm bu çepere rağmen ihlallerin varlığından konuşmak mümkündür. Bu türden bir pencereden ele alındığında karşımıza çeşitli zamanlarda sayısı oldukça fazla sistematik ihlal ve baskı örnekleri çıkmaktadır. Bilhassa dini özgürlükler, vakıf malları, mülkiyet ve eğitim anlamında geriye giden ve yoğunluğu artan uygulamalar hayata geçirilmiştir.
Uluslararası andlaşmalar ile “azınlık” hukuki statüsünü kazanan Batı Trakya Türk-Müslüman toplumu, Lozan Barış Andlaşması, 1913 Atina Andlaşması ve bunları yürürlüğe koyan iç hukuk yasaları çerçevesinde çeşitli haklara sahiptir. Bu andlaşmalar, hak kategorileri bağlamında özetle, dini ve vicdani özgürlükler, kimlik, eşitlik, eğitim, vakıf, yönetim, mülkiyet, temsil gibi temel kavramları konu edinmektedir. Lozan’ın 37-45. maddeleri Türkiye’deki ve Yunanistan’daki azınlığın haklarını (dini özgürlükler, kimlik, eğitim, vakıf, müftülük) ve Yunanistan’da bulunan Müslüman azınlığı da kapsayacak şekilde mütekabiliyeti (m. 45) yani kısaca uluslararası hukuk bağlamında karşılıklı yükümlenmeyidüzenlemektedir. Bu maddede yer alan “Müslüman azınlık” (“müslüman akalliyet”[1]) ifadesiyle kastedilen şüphesiz Batı Trakya’da yaşayan Türk-Müslüman soydaşlardır.
Zamansal olarak Lozan’dan önce yürürlüğe giren 1913 Atina Andlaşması ise bilhassa can, mal, namus, din, mezhep ve âdetine özenle saygı gösterileceği (m. 11/1), müftülük ve cemaat-ı islâmiyenin özerkliklerine, hiyerarşik teşkilatlanmalarına ve bunlara ait paraların ve malların yönetimine hiçbir şekilde müdahale edilemeyeceği (m. 11/3), her müftünün, kendi bölgesinde yaşayan Müslüman seçmenler tarafından seçim yoluyla görevlendirileceği (m. 11/4), vakıf mallarının cemaat-ı islâmiye tarafından idare edileceği (m. 12), Müslüman azınlık okullarının mevcudunun korunarak yeni okullar kurulabileceği ve bunların idaresinin Müslüman halklardan oluşan heyetler tarafından sağlanacağı (3. No.’lu Protokol, m. 15) gibi haklarla kendini göstermektedir. Bahse konu andlaşmaların ilgili hükümlerinde tüm bu haklar ayrıntılı şekilde ele alınırken, taraf devletlerce kimi zaman uygulanmamaktadır.
Günümüzde Yunanistan makamlarınca Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı’nın etnik kimliği tanınmamakta ve Lozan Barış Andlaşması’nın yalnızca “dini” kimlik öngördüğü şeklinde bir politika temelinde burada yaşayan azınlık toplumu üyelerinin “Trakya Müslümanları” olduğu iddia edilmektedir. Fakat tüm yazıda ifade etmeye çalıştığımız üzere, Batı Trakya Türk-Müslüman toplumunun “varlık” temelinin bizatihi hukuki bir metinle oluşmadığı, bir öze dayandığı, bu özün ise kurumlar, uygulamalar, ibadetler ve bunun üzerine eklenen bir koruma ve uluslararası andlaşmalar ekseni ile hukuken gerekçe kazandığı düşünüldüğünde, bir azınlık topluluğunda var olan inanç, aidiyet ve gerçekliği yok saymak veya inkâr etmek, bu azınlık topluluğunun temelini teşkil eden bağları aşındırmaktan ve hak ihlallerine yol açmaktan öteye gidememektedir.
1987 yılında başlayan ve 2008 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1 ve 11. maddelerinin ihlali kararı ile son bulan “Türk” ifadesi içeren dernek ve birliklerin kapatılması meselesi; ihlal kararlarının gereklerinin iç hukukta uygulamaya konmaması; uluslararası kamuoyu ve uluslararası mahkemelerin tepki ve kararları, sivil toplum kuruluşlarının çabaları ile 1991 yılında ilan edilen “Eşit Vatandaşlık ve Yasalar Önünde Eşitlik” politikasının temel azınlık hakları hususunda ilerleyişe katkı sunmasıyla birlikte yetersiz kalması; Lozan ve Atina Andlaşmaları ile güvence altına alınan vakıflar ve idarelerinin hukukun araçsallaştırılması ile borçlandırılarak vakıf mallarına el atılması; mülkiyet ve yönetim haklarının ihlali ve işlevsizleştirilmesi; vakıf ve okul idarecilerinin Yunan makamlarınca atanması; Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı’nın kendi dini liderini tayin hakkının (müftü seçimi) her iki andlaşmada kabul edilerek Yunan makamlarınca iç hukuka 2345 Sayılı 1920 Tarihli Yasa ile dercedilmiş olmasına rağmen hâlihazırda Yunan makamlarınca “atanmış” müftü uygulaması ile azınlık mensubu seçmen (müntehip) kişilerin oyları ile belirlenen “seçilmiş” müftülük makamının ve oluşturduğu kurumsal yapının görmezden gelinmesi; eğitim alanında azınlık okullarının kapatılması, yetersizliği, yenilerinin açılmaması, nitelikli kadro ve öğretmen ihtiyacının karşılıksız bırakılması, yönetim ve denetim özerkliğinin tesis edilmemesi; 1955 Tarihli Yunan Vatandaşlık Yasası’nın 19. maddesi ile vatandaşlıktan çıkartılan 60.000 kişinin (ECRI-Irkıçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu Raporu) varlığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ihlal kararlarına rağmen vatandaşlık ve mülkiyet haklarının iade edilmemesi, azınlık toplumuna siyasi temsilde getirilen bölgesel barajlarla demokratik işleyişteki aksaklıklar; ortak kültürel mirasın korunmaması gibi burada saymakla sona ermeyecek, sayıca fazla ihlaller söz konusudur. Bu ihlallerin çoğu hakkında uluslararası mahkeme ve komisyonlar tarafından ihlal kararları verilmişse de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) Sözleşmeci taraflara yüklediği mahkeme kararlarını uygulama yükümlülüğüne aykırı davranılmaktadır. Bu anlamda Sözleşme’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, 9. maddesinde düzenlenen din ve inanç hürriyeti, 11. maddesinde düzenlenen dernek kurma hürriyeti, 14. maddesindeki ayrımcılık yasağı, 1 No.lu Ek Protokol’ün 1. maddesiyle korunan mülkiyet hakkı ve yine 1 No.lu Ek Protokol’ün 2. maddesiyle korunan eğitim hakkı süregelen uygulamalarla ihlale uğramıştır.
AİHS’in 11. maddesinde düzenlenen dernek kurma özgürlüğünün ve 14. maddesindeki ayrımcılık yasağının ihlaline karar verilen AİHM 35151/05 Numaralı ve 11.10.2007 Karar Tarihli “Bekir Usta ve Diğerleri” davası, yine yukarıda bahsedilen dernek kurma özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmeden AİHM’in 26698/05 Numaralı ve 27.03.2008 Karar Tarihli “İskeçe Türk Birliği (Tourkiki Enosi Xanthis)” davası bazı somut ihlallere örnek gösterebilir. Yine Yunanistan Danıştay’ının yaklaşımını ortaya koyması bakımından mahkemenin 2339/2000, 1333/2001, 466/2003, 512/2003, 467/2003 sayılı kararları ve bu kararlarda değinilen 1913 Atina Andlaşması’nın 11. maddesindeki özerkliğin tanınmasına rağmen çelişkili biçimde Lozan Barış Andlaşması’nın 11. maddesinde düzenlenen “başmüftü ve müftülerin sandık başında seçilmesi” yönündeki düzenlemenin feshine ilişkin kararları da burada anmak gerekir[2]. Tüm bunlar incelendiğinde, başı ve sonu belli olmayan, zamansal politikalarla hafifleyen veya kimi zaman şiddeti artan bir ihlaller yumağı karşımızda durmaktadır.
Şiddeti ve sürekliliği ne olursa olsun, varlığını bir andlaşmadan öte inanç, ibadet, kimlik gibi değerler kümesinde inşa eden bir topluluğun varlığını bu ihlallerin sarsması beklenemeyeceği gibi bu ihlallerin, Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı üzerinden okunduğunda kenetlenme ve dirayetle karşılaşacağı şüphesiz görünmektedir.
Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı’nın gündelik sosyal yaşantısında da konumlanan bir ferdi olarak kalbi temelde ve teknik (rasyonel) metodla, hukuki metinleri, uzantılarını ve kısaca ihlalleri aktarmaya çalıştım. Belki geriye, Batı Trakya Türk-Müslüman Azınlığı’nın özü (kimliği ve dini inancı), ibadeti (dini ve gündelik eylemleri) ve çeperi (hukuki korumalar) ile bir bütün teşkil ettiği ve bu bütünün çeperinde oluşacak hiçbir türden ihlalin söz konusu yeknesak varlığa bir halel getirmeyeceği düşüncesi kalır.
Tüm bu meselelerin sonunda cümlelerimi, klasikleşmiş akademik okumalar veya analizler, politik hesaplaşmalar yahut aşırı rasyonelleştirilmiş varsayımlarla değil, bazen en çok ihtiyacımız olan sade ve kadim bir anlayış ve bunun yansıması sözlerle bitirmek istiyorum. Bu sözler, Batı Trakya’da bulunan kıymetli bir din görevlisi Selahattin Kesit’e aittir. Ve yine bu sözler, ihlaller yumağıyla baskılanan bir toplumun fertlerine gayret ve duanın önemini yeniden hatırlatmaktadır. Zira inanmak, bilmekten öncedir:
“Her şeyi biz biliyoruz değil, ne yazık ki biz yaşıyoruz.”
------
[1] Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 23 Ağustos 1923 tarihinde kabul edilerek 22 sayılı ve 10.09.1923 tarihli Resmi Gazete ile yürürlüğe giren 340, 341, 342, 343 sayılı “Lozan Sulh Muâhedenamesinin Kabulüne Dair Kanunlar”ın Türkçe asıl metninden de görüleceği üzere Lozan Barış Andlaşması’nın 45. maddesinde Türkiye’de bulunan Müslüman olmayan azınlıklar bakımından “gayrimüslim akalliyetler” ifadesi kullanılırken Yunanistan’da bulunan Müslüman azınlık bakımından “müslüman akalliyet” ifadesi tercih edilmiştir.
[2] Kararların Tam Metinleri: Cin, Turgay, Batı Trakya’da Mevcut Müftülükler Sorununa İlişkin Yunanistan Danıştay Kararlarının Tahlili, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C: 9, S:1 2007, s.65-130, s. 69.
[Bu yazı, Ağustos 2005 sayısını Batı Trakya Dosyası ile yayımlayan İnsicam dergisinde yer almıştır.]