Espressor Coffee
Espressor Coffee

Endülüs’ün Ulu Hakanı

Osmanlı'nın Ulu Hakanı olan Sultan II. Abdülhamid Han dâhiyane basireti sayesinde Osmanlı imparatorluğunun bölünmesini 40 yıl geciktirmiştir. Endülüs’ün Ulu hak

Köşe Yazıları 13 Mayıs 2016
Endülüs’ün Ulu Hakanı

Osmanlı'nın Ulu Hakanı olan Sultan II. Abdülhamid Han dâhiyane basireti sayesinde Osmanlı imparatorluğunun bölünmesini 40 yıl geciktirmiştir. Endülüs’ün Ulu hakanı sayılan Naip Mansur el Amiri de dâhiyane feraseti sayesinde Endülüs Emevi devletinin parçalanmasını 150 sene daha geciktirmiştir. Her iki hakan da kameralizm yani aydın despotizmi yöntemini benimseyerek mensup oldukları devletlerin toprak bütünlüklerini uzun süre muhafaza etmekte başarılı olmuşlardır.

Kameralizm siyaseti: Kendi tekelinde toplamak istediğin gücü parçalayan kurumları ortadan kaldırmak suretiyle merkezden idare edilen bütün birimleri birbirinin tamamlayıcısı olan bir devlet yapısı oluşturmak.

Mansur İbn Ebu Amir

Aslen Yemenli ve Muâfir kabilesinden olan, parlak askerî başarılarla olmasa da ilmi ve erdemiyle tanınmış ve Tarik b. Ziyad ile birlikte ilk gelenlerden ve fetih hareketine katılanlardandır.Nihayetinde İbn Ebu Amir’in 967 yılında 27 yaşındayken Hakem'in beş yaşındaki veliaht oğlu Abdurrahman'ın mallarını idare etme görevine, on beş dinar maaşla getirilmiştir. Lakin bu küçük vazife, daha sonra ona iktidar kapılarını açacak ve ikbale eriştirecek olan bir ilişkiye zemin olmuştur.

Nitekim sınırsız cömertliğiyle İbn Ebu Âmir, Subh'un yanı sıra halifenin haremindeki pek çok kadını da etkilemeyi başarmıştı. Bu durum halife Hakem'in de dikkatini çekmiş ve "Anlamıyorum, bu genç adam dünyalık her şeye sahip olan haremimdeki kadınların kalplerini kazanmayı nasıl beceriyor? Hiç kimsenin hediyesi onunki kadar etkili olamıyor. O, büyük bir sihirbaz ya da iyi bir hizmetçi olmalı. Doğrusu bunca masrafı nasıl ve nereden karşıladığı konusunda endişeliyim" demiştir.

Şubat 972 yılında Kurtuba'nın güvenliğinden sorumlu Sâhibü'ş-Şurta (polis şefi) olarak tayin olundu. Böylece, İbn Ebu Âmir henüz otuz bir yaşındayken devletin önemli altı makamının başında bulunuyordu. Halife II.Hakem'in 366 (976) yılında ölümü üzerine veliaht oğlu II. Hişam tahta geçmiş fakat 12 yaşında bir çocuk olduğu için sarayda bulunan Slav asıllı hadımlar grubu Hişamı tahttan indirip yerine amcası Mugireyi tahta getirmeyi arzu ettiler. Mansur Ebu Amir de vezirlik makamına ulaşmıştı. Bunun üzerine Mansur Ebu Amir devletin bekası için Slav asıllı hadım grubunun başları olan Faik Cevher ve Mugiyeyi ortadan kaldırarak Endülüs’te zuhur eden taht kavgasını sonlandırmıştı. Nispeten Slav asıllı hadım grubunu tasfiye ederek yerlerine Berberileri getirmiştir.

Nitekim devlete isyan etmiş olan kayınpederi Galibi ve oğlu Abdullah’ı da idam etti. Zira devlete isyan etmek demek devlete karşı fitnelik çıkarmak anlamına gelmekteydi. Bu hareketiyle fitneliği sonlandırmıştı.

Üstelik bu isyana yani bu fitneliğe Galip ve Abdullah’a yardım eden Leon kralının 4 bin askerini kılıçtan geçirdi. Bunun dışında vergi ödemeyi kabul etmeyen ve isyana yardım eden Bermuda krallığı üzerine sefer düzenleyerek Santiago şehirlerinin kapılarıyla kilisenin çanlarını taşıyan birçok Hristiyan esirle birlikte Kurtubaya döndü. Bu kapılar henüz inşası bitmemiş bir caminin çatısına yerleştirildi. Kilise çanları ise lamba olarak kullanıldı.

Hâcib'in ise yeni ücretli askerlere ihtiyacı vardı. Bu sebeple o zamandan itibaren hayatının sonuna kadar kuzey el-Udve Berberiler’inden gönüllü asker topladı. Hâcib'in nezaketi, cömertliği ve yaptığı her işte adaletli davranması yüzünden bu yeni askerler ona tam manasıyla bağlanarak bayrağı altında toplandılar. Kendi ülkelerinde yoksulluk ve zulüm altında olan bu Hristiyan askerlerin Hâcib'e bağlanmaları kısa sürede ve samimi olmuştu. Önceleri Hâcib'in Hristiyan birlikler konusunda ciddi endişeleri vardı. Onları kendisine bağlayabilmek amacıyla bazı yeni uygulamalar getirdi. Hangi dinden olursa olsun bütün askerler için Pazar gününü tatil günü olarak ilan etti. Ayrıca bir Hristiyan ile bir Müslüman arasında herhangi bir anlaşmazlık çıktığında tercih hakkı Hristiyan lehine kullanılacaktı. Bu gibi müsamahakâr icraatları sayesinde onları da kendine tam sadık askerler haline getirdi.

El Mansur düşmanlarının korkulu rüyası olduğu kadar askerinin de aşırı sevdiği bir kişi idi. Askerler ona babaları gözüyle bakıyordu. O da daima onların bütün ihtiyaçları ile ilgilenirdi. O daima vefakâr, doğru ve cömert idi. Hedeflerine bağlılığını ve direnme gücü onun en önemli özelliğiydi. Yapılan bir hizmeti unutmaz haksızlığı da affetmezdi. Bazı hatalar işlemesine rağmen ahlak kurallarına daima uymaktaydı. Şayet uzun süre iktidarda kalsaydı dünya kendisine küçük gelecekti.

Mansur Hristiyan Katoliklere karşı 56 sefer düzenlemiş ve her defasında da galip gelmiştir. Zira onun dindar bir şahsiyete sahip olduğu da bilinmektedir.Öte yandan, bu seferleriyle Mansur toprak kazanmaktan çok, Hristiyan krallıkları yıpratmayı ve onları Endülüs aleyhine faaliyet göstermeye mecal bulamaz hale getirmeyi hedefliyordu.

Mesela Ryun seferinde (981) bir ara askerlerinin çözülüp dağıldığını gören Hâcib, oturduğu yerden hiddetle kalkarak altın miğferini yere çaldı ve oturdu. Komutanlar onun bu hareketiyle başarısızlığı protesto ettiğini biliyorlardı. Bu yüzden bu hareketin etkisiyle geri çekilmekten utanç duyan askerler, bu hatalarını telafi için düşmana ani bir kontra atak yaptıklarında onları dağıttılar.

Özellikle Sent Yakup (Santiago de Compostela) Seferi (997) sırasında Mansur, bir askeri görevlendirerek: "Bütün hızınla Tamiares'e git ve orada nöbetçi muhafız kılığına girerek, geçite yaklaşarak ilk adamı yakalayıp bana getir" dedi. Sabaha karşı asker, ormana ağaç kesmeye gittiğini söyleyen yaşlı bir köylüyü alıp Mansur’a götürdü. Adamın üzeri arandığında, Müslüman ordusu içinde bulunan bazı Liyûnlular tarafından yurttaşlarına hitaben yazılmış bir mektup bulundu. Mektupta ordugâhın bir yanının iyi korunmadığı ve buraya saldırılırsa başarılı olunacağı bildiriliyordu. Derhal hainler bulunup cezalandırıldı. Ordu ilerleyişini durdurdu ve hızlı bir şekilde ovalara yayıldı. Bazı stratejik mevkileri imha ederek Ulla'yı aştı. 11 Ağustos'ta Şentya'kûb'a vardı şehri fethetti. Şentya'kûb,Hıristiyanlığın kutsal merkezi olması sebebiyle bu sefer Mansur için çok önemliydi. Buradaki meşhur Santiago Kilisesi, Hıristiyanlar için Müslümanların Kâbe’si gibi kutsaldı. Zira Yakup peygamberin orada gömülmüş olduğuna inanıyorlardı. O zamana kadar hiç bir Arap hükümdarının düşünemediğini Mansur yapmış, uzak ve engebeli olan bölgeyi ordusuyla geçerek kutsal şehre gelmişti.

Endülüs'ün üzerinde bulunduğu İberya yarımadasının güney ucunda kalan el-Ceziretü'l-Hadrâ şehrini de Akdeniz'in diğer tarafındaki kıyı bölgelerinde Emevî nüfuzunu korumak ve de Fatımilerin Endülüs’e nüfuz etmelerini engellemek maksadıyla her an müdahaleye hazır önemli bir askeri üs haline getirdi. Kudretli vezir Mansur Şia tehlikesinin Ehlisünnetin içine sızma teşebbüsüne mani olmuştur.

Mansur cihada çok düşkün bir mücahit olarak askeri seferleri sırasında vücuduna ve elbiselerine bulaşan toz ve çamurları bir sandık içinde muhafaza ettirir, her gittiği yere bu sandığı götürürdü. Çünkü onun en büyük arzusu savaş meydanında ölmek ve biriktirdiği tozlar ile defnedilmekti. Bu sebeple hayatı hep cihad yolunda ve savaşlarla geçmiştir.

Ayrıca, bir keresinde kendi ailesi ve memurların çocuklarından 500 kadarını, fakir çocuklarından ise yüzlercesini sünnet ettirmiş, bunun için beş gün bin dinar harcamıştır. Kefenini babasından miras kalan maldan ayırdığı para ile satın aldığı iplerden, kendi kızlarına dokuttu. Yani, kendi kazandığından kaçınması, haram şüphesiyle olsa gerektir. Karakter olarak o, güler yüzlü idi. Dindarlığını, günahlarını itiraf ederek, Rabbinden korkarak ve çok cihad ederek göstermişti.

Mansur’un yaptırdığı mimari eserlere gelince, bunlar arasında en meşhuru "Medînetü'z-Zâhire" şehri ve burada bulunan saraydır. Mansur’un ikinci önemli eseri, Kurtuba Camii'nde yaptığı genişletmedir, ilk dönemlerinde yeni oluşturduğu kalabalık ve düzenli ordunun Kurtuba'da yerleşmesi sonucu nüfusu büyük oranda artan şehrin camisi de artık insanları almaz olmuştu. Bu yüzden Mansur, doğu tarafındaki evleri, sahiplerine bedellerini ödemek suretiyle yıktırmış ve camiye bu yönde uzunlamasına ilave yaptırmıştır. Cami tavanındaki en güzel ağaç işçiliği ilâvesi de Mansur devrinde yapılmıştır, iki buçuk yıl süren ve 990 yılında tamamlanan genişletme çalışması sırasında o, Hristiyan esirler de istihdam etmiştir. Diğer bir mimari eseri de 999 yılında Vâdi'l-Kebîr üzerine inşa ettirdiği Kurtuba Köprüsü'dür. Bir diğer köprü olan dağların ortasındaki Şenil (Genil) Nehri üzerinde bulunan Isticce (Ecija) Köprüsü de onun eseridir.

II.Hakem'in kütüphanesindeki materyalizm (ed-Dehriyye) ve felsefe içerikli kitapların hepsini yaktırmıştır. Ayrıca, kendisinin önde gelen dostlarından biri olan şair Abdülazîz İbnü'l-Hatîb'in, bir şiirinde kendisine hitaben, "Senin arzu ettiğini felek arzu etmedi. Hükmet, sen mutlak hâkimsin ve hasımlarını kahredensin (el-Vâhidü'l-kahhâr). Sanki sen Nebî Muhammed'sin ve senin yardımcıların da Ensâr'dır" şiirini söylemesi üzerine ona beş yüz kırbaç vurulmasını emretmiş, sonra onu hapse attırmış, daha sonra da Endülüs'ten sürgün etmiştir. Mansur, 1002 yılı sonbaharında çıktığı Kaştâle Seferi veya Bazı İspanyol kaynakları, Mansur’un son seferi esnasında Kal'atü'n-Nüsur'da yaralanarak şehitlik şerbetini tatmıştır. Mansur’un vasiyetinde ise, oğluna annesi yanında emanet bulunan mal yüklü bir sandığı alıp ihtiyacı için kullanmasını söylemiştir.

Onun ölümü üzerine Hristiyan İspanyollar onun ölümü hakkında atasözü üretmişlerdir:<<"Kal'atü'n-Nüsur'da Mansur öldü ve davulu kayboldu">>. Şüphesiz, Mansûr'un ölümü Hristiyan çevrelerde büyük sevinç dalgası meydana getirmiştir. Nitekim kendileri için bir dönüm noktası teşkil eden bu ölümü Hristiyan rahipler şöyle tescil etmişlerdir: "1002 senesinde Mansur öldü ve cehenneme gitti". Lakin bir başka enteresan söz daha var ki, bir Hristiyan keşiş tarafından Mansur’un mezar kitabesine yazılmıştır, o da şudur: "Onun tarihi okunmak üzere yeryüzüne yazılmıştır. Yıllar geçtikçe onun bir benzeri ve sahillerimizi onun gibi müdafaa edecek birisi Allah tarafından yaratılmayacaktır". Mansur’un kabri o günden bu yana aynı yerinde bulunmakta ve Müslüman ziyaretçilere açık durumdadır.

Hristiyan tarihçiler: onun hakkında kutsal savaşların bittiğini İsa’nın şerefli hizmetçilerinin azaldığını ve asırlarca kilisenin hazinelerinin yağmalandığını yazmaktadırlar. Bu yüzden Hristiyanlar isminden bile ürperiyordu. Adının saçtığı korku kendisini pek çok defa ölümden kurtardı. Bir keresinde düşmana ait topraklarda yüksekçe iki dağın arasında dar bir geçitte sıkıştırılmış olmasına rağmen Hristiyanlar onun üzerine gitme cesaretini bulamadılar. Dolayısıyla Hristiyanlar barış istedikleri her seferinde tek şartları ülkelerinin yağmalanmaması oluyordu.

Günümüzdeki İslam âlemi kendi kahramanlarını hala keşfedememektedir. Oysa batı kendi zalim kahramanlarını filmlere, dizilere, çizgi filmlere ve kitaplara konu ederek tüm dünyaya tanıtmıştır ve tanıtmaya devam etmektedir. İşin kötüsü batılılar Selahaddin Eyyubi gibi kahramanların filmlerini çekerek İslam kahramanlarını kendine göre dizayn ederek piyasaya sürmektedirler. Yani algı operasyonu ile batı toplumuna İslam’ı öcü gibi gösteriyorlar. Bize düşen görev kendi kahramanlarımızı yeniden keşfederek bu keşfettiğimiz kahramanları filmlere, dizilere, çizgi filmlere ve kitaplara konu ederek kendi tarihimizi ve medeniyetimizi tüm dünyaya tanıtmak olmalıdır. Şayet bunu becerdiğimiz vakit örnek alan toplum ve medeniyet olmaktan çıkarak örnek alınan topluma ve medeniyete dönüşmüş olacağız.

Millet gazetesi logo
© 2025 Millet Media
KÜNYE
MİLLET MEDİA Kollektif Şirketi
Genel Yayın Yönetmeni: Cengiz ÖMER
Yayın Koordinatörü: Bilal BUDUR
Adres: Miaouli 7-9, Xanthi 67100, GREECE
Tel: +30 25410 77968
E-posta: info@milletgazetesi.gr
ΤΑΥΤΟΤΗΤΑ
MİLLET MEDİA O.E.
Υπεύθυνος - Διευθυντής: ΟΜΕΡ ΖΕΝΓΚΙΣ
Συντονιστής: ΜΠΟΥΝΤΟΥΡ ΜΠΙΛΑΛ
Διεύθυνση: ΜΙΑΟΥΛΗ 7-9, ΞΑΝΘΗ 67100
Τηλ: +30 25410 77968
Ηλ. Διεύθυνση: info@milletgazetesi.gr