Ortadoğu’nun altın çağı
Ortadoğu, kadim bir tarihe sahip olup çatısı altında birçok medeniyetleri barındırmıştır. Yüzyıllar boyunca Asur, Babil Mısır, Hitit, Pers, Roma, Doğu Roma (Biz
Ortadoğu, kadim bir tarihe sahip olup çatısı altında birçok medeniyetleri barındırmıştır. Yüzyıllar boyunca Asur, Babil Mısır, Hitit, Pers, Roma, Doğu Roma (Bizans ismi ilk defa 1557 yılında yani Doğu Roma imparatorluğunun yıkılışından 104 yıl sonra Ieronimos Wolf tarafından zikredilmiştir.), Emevi, Abbasi, Memluk, Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları Ortadoğu’da medeniyet inşa ederek tüm cihana örnek olmuşlardır. Lakin Ortadoğu en huzurlu dönemini Osmanlılar döneminde yaşamıştır.
Osmanlılar Yavuz sultan Selim döneminde (Osmanlı imparatorluğunun ilk Halifesi) Memluk Sultanlığı ile gerçekleştirdiği Ridaniye (1516) ve Mercidabık (1517) muharebeleri sonucunda Ortadoğu’yu tamamıyla fethetme şerefine nail olmuştur. Böylece 1517'den 1920 yılları arasında Ortadoğu halkları altın çağını yaşamıştır. Zira bu zaman zarfında kutsal şehir yani Mekke, Medine ve Kudüs Osmanlı imparatorluğu tarafından muhafaza edilmiştir. Bunun dışında Müslümanlar, Hristiyanlar ve Museviler birbirleriyle huzur içinde çatışmadan yaşamışlardır. Doğu Roma imparatorluğu hâkimiyetindeki Ortadoğu’da bir kargaşa ve çatışma ortamı oluşmuştu. Bu dönemde Ortadoğu’daki Hristiyanlar kendi dindaşları olan Ortodokslar ve Katolikler tarafından ortadan kaldırılmak istenmiştir. Lakin Osmanlı imparatorluğunun hâkimiyetine giren Ortadoğu'da birçok mezhep ve din yok olmamış ve günümüze dek varlıklarını sürdürmektedirler.
Günümüzde Suriye’de yaşayan Yakubiler (Monofizit Hristiyan), Aramiler (ilk Hristiyanlar), Ezidiler (şeytana tapanlar), Nusayriler (Hz. Ali'ye Allah diyen alevi fırkası), Lübnan’da var olan Maruniler (Katolik Hristiyan Araplar), Dürziler (Hz. Ali'ye Allah diyen aleviler), İsrail’de hayatlarını sürdüren Ortodoks Musevilerden teknolojiyi kabul etmeyen Natüre karte Musevilerine kadar tüm Yahudi mezhepleri, Mısırdaki Kıptiler (Monofizit Hristiyan Hz. İsa’nın sadece tanrı olduğuna inanan Hristiyanlar), Ürdün’deki Ortodokslar, Yemen'deki Zeydiler (Hanefi ve Şafiilere yakın olan ve 4 imamı kabul eden Şia mezhebi), Umman Sultanlığındaki İbadiler (harici mezhebinden olanlar), Irak'taki Nesturîler (Hz. İsa’nın hem tanrı hem de insan olduğuna inanan Hristiyanlar), güney Irak'ta yaşayan Caferiler (12 imamı kabul eden Şia mezhebi), Kuveyt’teki İsmailliler (7 imamı kabul eden Şia mezhebi), Türkiye’deki Süryaniler (monofizit Hristiyanlar), Gregoryen mezhebine tabi olan Ermeniler ile Şafii mezhebini benimsemiş olan Kürtler, Suudi Arabistan’daki Vahhabiler ve Hanbeliler bugün var olmalarını Osmanlı imparatorluğuna borçludurlar. Şayet Osmanlı imparatorluğu Ortadoğu’yu fethetmeseydi Doğu Roma imparatorluğu, Moğollar, Fatımiler ve Haçlılar tarafından bu mezhepler yok edilerek tarihten silinmiş olacaklardı. Lakin Osmanlı imparatorluğu bu mezhepleri himayesi altına alarak muhafaza etmiştir. Ortadoğu’daki mezhepler ve dinler Osmanlı öncesinde her zaman birbirleriyle daima savaş halinde yaşayarak hiçbir zaman bu tür bir beraberlik içinde yaşamamışlar ne de bu tür bir huzur ortamına kavuşmuşlardır.
Nitekim Osmanlı zamanında Ortadoğu’da cami, kilise ve sinagog dip dibe idiler. Bu Ortadoğu’daki istikrarın bir simgesiydi. Bilahare kutsal topraklarda yaşayan Araplar vergiden muaftı. Hristiyanlar cizye ödeyerek askerlikten muaf tutuluyor ve koruma altına alınıyorlardı. Müslümanlar ise vergi ödememek şartıyla askere gidiyorlardı. Bu olay Ortadoğu halkları arasındaki dengeyi sağlayarak kargaşa ortamının çıkmasını engelliyordu. Dolaysıyla mezhep çatışmaları zuhur etmemekteydi. Osmanlı imparatorluğu hiçbir zaman Ortadoğu’da masum bir Müslim’i veya masum bir gayri Müslim’i isyan etmediği takdirde kanını akıtmamıştır. Yalnız huzurlu bir şekilde Osmanlı himayesi altında yaşayan Müslim’ler ve gayri Müslimler Osmanlı'ya isyan etmesiyle Osmanlı ordusu bu isyancılara haddini bildirmiştir. Çünkü bu isyancılar Osmanlı siyasetinden rahatsız olduğu için değil de dış devletlerin kışkırtmasıyla isyan etmektedirler. Aynı zamanda isyan fitnelik demektir. Çünkü huzurlu bir ortamda yaşayarak isyan eden kişiler masum insanların canına kastetmişlerdir.
Özellikle şu hususun altını çizmek gerekir. Osmanlı imparatorlugu hiçbir zaman Müslüman olmayan veya Hanefi mezhebinden olmayan kişileri Müslüman olmadığı ve Hanefi mezhebinden olmadığı için öldürmemiştir. Ancak devlete isyan ederek masum insanları öldürenleri cezalandırmıştır. Örnegin Ezidiler şeytana tapan bir din topluluğudur. Nusayriler Hz. Ali'ye Allah diyerek Allah'a şirk koşmuş bir mezhebin mensuplarıdırlar. Ortadoğu’da yaşayan bu mezhep ve din mensupları Osmanlıya hiçbir zaman isyan etmemişlerdir. Üstelik Osmanlı imparatorluğu bu mezhep ve din mensuplarının Şeytana tapmalarına ve Hz. Ali'ye Allah demelerine rağmen devlete isyan edip fitnelik çıkarmadıkları için yüzyıllar boyu bu toplulukları korumuştur. Dolayısıyla bu da Osmanlı adaletinin apaçık bir kanıtıdır. Zira Osmanlı'nın adalet ölçüsü Müslüman olmayanı veya Sünni olamayanı öldürmeye dayalı olmamış fakat devlete isyan ederek fitnelik çıkaran kişilerin masum insanları katletmelerini engellemek maksadıyla bu kişileri ölüm cezası ile cezalandırmaya dayanmaktadır.
Lakin 20. yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde birinci dünya harbi patlak vermiş, akabinde 16 Mayıs 1916 yılında Syces Pickot anlaşması imzalanarak Ortadoğu’daki huzur ortamı son bulmuştur. Osmanlının Ortadoğu’dan çekilmesi Ortadoğu’nun kan gölüne dönüşmesine sebep olmuştur. Batı Ortadoğu’da İsrail isminde bir devlet kurarak Ortadoğu’ya terörü getirmiştir. Hatta Ortadoğu’nun ilk terör örgütleri Hagana ve İrgun isminde iki Yahudi terör örgütü olmuştur. Avrupa Baas rejimini piyasaya sürerek Ortadoğu’da Hristiyanları ve Müslümanları birbirlerine düşürerek Ortadoğu’yu istikrarsızlaştırmışlardır. Rusya sosyalizmi ve komünizmi Ortadoğu’ya sokarak Ortadoğu haklarının dinsizleştirme politikasını uygulamaya koymuştur. Ayrıca Ortadoğu’ya yerleştirilen diktatörler Ortadoğu’yu batının bir uydusu haline getirmiştir. Amerika, Rusya ve batılı güçler Ortadoğu ülkelerine saldırarak bu ülkelerdeki masum insanları öldürmüşler, geri çekilirken de her ülkeye kendi diktatörlerini bir kahramanmış gibi (Nasır Mısır diktatörü ve Libya diktatörü Kaddafi gibi) bırakmışlardır. Böylelikle hiç asker bulundurmadan bu ülkeleri sömürmüşlerdir ve hala sömürmeye de devam etmektedirler.
Bugün Ortadoğu’da batı tarafından oynanmak istenen senaryo şöyle izah edilmektedir: Batılı güçler İŞİD ve PKK gibi örgütler aracılığıyla Ortadoğu’daki Hristiyanlar Müslümanlar tarafından katlediliyormuş algısı oluşturularak batı medyası aracılığıyla batı toplumuna böyle lanse edilecek. Bunun akabinde bu ülkelere batılı güçler müdahale ederek birçok kişiyi katledecekler, aynı zamanda bu süre zarfında Şii -Sünni çatışması çıkartılarak Sünnilerin ve Şiilerin arasına nifak tohumları ekilerek mezhep savaşı çıkartılacak. Bunun üzerine bu terör örgütleri vasıtasıyla Ortadoğu’daki Müslüman halklara ait tüm tarihi eserler imha edilerek Müslümanların medeniyet algıları yok edilmeye çalışılacak, bu oluşan istikrarsızlık neticesinde Ortadoğu halklarının bir kısmı katledilecek bir kısmı da yurt dışına göç ettirilecek. Böylece Ortadoğu’nun içi boşaltılarak, Tevrat’ta dile getirilen vaad edilmiş toprakların İsrail'in eline geçmesi kolaylaşacak ve böylelikle büyük İsrail devletinin kurulması için uygun zemin hazırlanmış olacaktır.
Bugün tüm Ortadoğu toplulukları Osmanlı hoşgörüsünün geri gelmesini arzulamaktadırlar. Osmanlı'nın Ortadoğu coğrafyasından çekilmesiyle Ortadoğu’da oluşan boşluğu kimse dolduramamaktadır. Bilhassa Ortadoğu liderleri dış devletlerin yani batılıların uyduları oldukları için Osmanlı dönemindeki huzurlu ve adaletli günlerin geri gelmesini asla istemezler. Eğer Osmanlı medeniyeti Ortadoğu’da tekrar zuhur ederse diktatörler kendi saltanatlarını kaybedeceklerdir. Yıllardan beri sömürdükleri milletlerin önünde hesaba çekilmemek için batı ve Rusya’yla el sıkışmaktadırlar. Bugün Ortadoğu toplumunun bu buhranlı günlerden kurtulmalarının tek yolu batının algı operasyonlarıyla unutturulan Osmanlı kimliği ve kültürünü yeniden hatırlayıp benimsemekten geçmektedir.