Sorunlarımızın Çözümü
Günümüzde İslam âlemi külfetli günler ve meşakkatli yıllar geçirmektedir. Zira Müslümanlar birbirlerini küçümsedikleri için bu hale düşmüşlerdir. Nitekim "Bir

Günümüzde İslam âlemi külfetli günler ve meşakkatli yıllar geçirmektedir. Zira Müslümanlar birbirlerini küçümsedikleri için bu hale düşmüşlerdir.
Nitekim "Bir kimsenin mümin kardeşini küçümsemesi günah olarak ona yeter." (Müslim, bir 32) hadisi bize örnek teşkil etmektedir.
Bugün bir Müslüman diğer bir Müslüman kardeşine hiç utanmadan bu kişiden bir şey olmaz veya bu küçük bir devlet diyerek küçümsemektedir. Lakin yanılmaktadırlar.
Çünkü tarih sayfalarını karıştırdığımızda küçük bir obadan ibaret olan Kayılar aşireti de devasa bir büyüklüğe sahip olan Osmanlı imparatorluğunun temelini atmışlardır.
Ayrıca küçük bir kabile olan Kureyş kabilesinden muazzam bir İslam medeniyeti, Emevi ve Abbasi imparatorlukları doğmuştur.
Günümüzdeki İslam toplumları diğerlerinden üstün oldukları gerçeğini unutmaktadırlar. Oysaki Kuranı Kerimde Allah (C.C.) şöyle buyuruyor "Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz." (Ali İmran süresi 139) ayeti bize ışık tutmaktadır.
Müslümanlar kendilerini her açıdan diğer topluluklardan aşağı seviyede olduğumuz algısına sahip olduğu için bugün batılılar tarafından her yerde itelenmekte, aşağılanmakta, hor görülmekte, itibarsızlaştırılmakta, terörist olarak nitelendirilmekte, kültürsüz, medeniyetsiz olarak adlandırılmaktadırlar.
Hâlbuki bir zamanlar İspanya'da Endülüs İslam medeniyeti Avrupa’nın en güzide, en medeni, en çok itina gösterdiği ve de örnek aldığı medeniyet olmuştu.
Batı toplumu tuvaleti, kütüphaneyi ve bilimi Endülüs’ten, Tarımı Ağlebiler2den adaleti ve merhameti Osmanlı'dan öğrenmişlerdi. Hatta 16. Yüzyılda Fransa’da Osmanlı giyiniş tarzı, Osmanlıca ve Osmanlı kültürü modaydı.
Yani Avrupa’da Müslüman olmak bir üstünlük olarak sayılıyor ve Müslüman olan kişi de bundan dolayı itibar görüyordu.
Fakat 19. Yüzyılda yani 1839 yılında imzalanan Tanzimat’tan sonra Müslümanlar kendi medeniyetlerini bir kenara iterek Batıyı taklit etmeye başladıkları vakit kendilerine olan inançlarını, üstünlük vasıflarını dolayısıyla da itibarlarını kaybetmeye başlamışlardır.
Böylece tarihin babası sayılan İbni Haldun'un mağlup olan toplumlar galip gelen toplumları taklit etmeye başlar kuralı çerçevesinde Batı medeniyetine yenilerek yenildikleri Batı medeniyetinin değerlerini benimsemeye başlamışlardır.
Ancak İslam âlemi Allah tarafından kendilerine verilen görevi yani "Sizi, yeryüzüne halifeler kıldık" (Yunus suresi.14 ) yani yeryüzünü mamur etmek, adaleti ve huzuru sağlamak için bize tahsis ettiği bu kutlu görevi terk ettiğimiz için batının zulmü altında inlemekteyiz.
OYSA 14. YÜZYILDA MÜSLÜMANIN SELAM VERMESİ BİLE BİR BAŞKA ANLAM İÇERMEKTEYDİ
İbni Battuta 1332 veya 1334 yılında İstanbul’daki Tekfur Sarayı’nda huzura çıkartılırken başından geçenleri şöyle aktarır: "Kontrol bittikten sonra kapıcı ayağa kalkıp elimi tutarak kapıyı açtı. Orada çevremi saran dört kişiden ikisi, kolumun yenlerinden, diğer ikisi de cübbemin arkasından tutarak duvarları mozaikle süslü geniş bir salona soktular beni. Bu mozaiklerde hayvan ve manzara resimleri vardı. Ortasındaki fıskiye ve etrafındaki ağaçlarla şahane bir salondu burası. Sağda solda insanlar sükûnet içinde ayakta duruyor, kimse kimseyle konuşmuyordu. Salonun tam ortasında üç adam heykel gibi beklemekteydi. Bunlar beni demin bahsettiğim dört adamdan teslim aldılar, yine cübbemin kenarlarından ve alt tarafından tuttular; ilerde duran mabeyincinin verdiği işaretle öne çıkarttılar. Onlardan biri Yahudi’ydi, bana bakıp şöyle seslendi: 'Sakın böyle davranmalarından ürkme! Her gelene, usulleri gereği bu şekilde davranıyorlar. Ben aslen Suriyeliyim, tercümanlık yapıyorum!' Arapça konuşuyordu. Ona, hükümdara (Doğu Roma imparatoru III Andronikosa) nasıl selâm vereceğimi sordum, o da; 'Selâmun Aleyküm dersin yeter! Onlar bu selâmı olarak anlarlar!' dedi.
Bizans’ın, Batı Roma’yla ilişkilerinin tamamen kesildiği, Arap akınlarından sonra Türk akınlarıyla iyice zayıfladığı günlerdir o günler. SelamunAleyküm’ün, hem Museviler, hem Hıristiyanlar tarafından bir tür eman, selamet ve sükûnet parolası olduğunu hepsi de bilmektedir.
Bu parola, çıktığı lügat itibariyle Arapça olmakla birlikte, Türklerin, Romalıların, Cenevizlilerin, Yahudilerin de bildiği ortak bir sözleşmeyi işaret etmektedir: Benden yana selamettesin, benden sana bir zarar gelmez, merhaba, barış ve esenlik içinde olalım.
Bunların dışında İslam âleminin en büyük problemleri iman ve sevgi problemidir. Çünkü günümüzde Müslümanlar birbirlerine o başka mezhepten, başka cemaatten, başka ırktan, başka kültürden, başka şehirden veya köyden ve de başka dili konuşuyor diye ayırdığımız ve hor gördüğümüz için birbirimizi kardeş gibi sevemiyor ve de birbirimize karşı kalplerimiz ısınmadığı için yardımlaşamıyoruz.
Lakin Allah’ın Resulü sorunlarımızın çözümü olarak şu hadiste bize açık ve net olarak belirtmiştir.
Ebu Hüreyre radıyallahuanh'den rivayet edildiğine göre Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız." (Müslim, iman 93-94)