"En İyi Türk Ölü Türk"
Birkaç yıl önce Milliyet gazetesinde dikkatimi çeken bir haber okumuştum. Haberde Kıbırs Rum Kesimi’nde Türk düşmanı zihniyet ve bunun mağdur ettiği Rum vatanda
Birkaç yıl önce Milliyet gazetesinde dikkatimi çeken bir haber okumuştum. Haberde Kıbırs Rum Kesimi’nde Türk düşmanı zihniyet ve bunun mağdur ettiği Rum vatandaşın hikâyesi konu ediliyordu. Rumların aforoz ettiği ve Türklerin sahip çıktığı bir Kıbrıslı Rum yazarın hikâyesiydi bu. Haber aklımda yer etti ve Yunanistan’da ne zaman Türk düşmalığı gündeme gelse hep hatırlarım.
Olayı anlattığımda siz de göreceksiniz ki, aslında Kıbrıs Rum Kesimi’nde hakim olan ve kendi halkını bile mağdur eden bu “zehirli” zihniyeti, Yunanistan’dakinin devamıdır. Rum ve Yunan halkını içten içe kemiren bu zihniyet değişmedikçe, Kıbrıs’ta, Yunanistan’da ve dolayısıyla bölgemizde Türk-Yunan dostluğunun ve barışın hakim olması imkânsız görünüyor.
Antonis (Tony) Angastiniotis, Kıbrıs Rum Kesiminde yaşayan Rum bir yazar. "Kanın Sesi" adlı kitabında, Barış Harekâtı'nda Rumların 126 Türk'ü katlettiğini yazınca Rum Yönetimi'nin gazabına uğradı. Ancak o şimdi KKTC'de, Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi; öğrencileriyle de çok mutlu.
Kanın Sesi isimli kitabı ve belgeselinde, 14 Ağustos 1974'te, Kıbrıs Barış Harekâtı sürerken Rumların Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerinde 126 Türk'ü katlettiğini yazan Tony Angastiniotis, Rum Yönetimi'nin gazabına uğrayınca çareyi KKTC'ye sığınmakta buldu.
Güney Kıbrıs'ta devlet destekli yayınlarla "vatan haini" ilan edilen ve televizyon kanalı Alfa'daki yapımcılık işini kaybeden Angastiniotis, son çare olarak Türk tarafına sığındı ve Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Ailesiyle birlikte Gazimağosa'da DAÜ'nün tahsis ettiği konutta yaşayan Angastiniotis, KKTC'de bir Türk üniversitesinde ders veren ilk hoca sıfatıyla tarihe geçti.
“İLKOKULDAN İTİBAREN TÜRK DÜŞMANLIĞI AŞILANIYOR”
Konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda Angastiniotis, Kıbrıs Rum Kesimi'nde çocuklara ilkokuldan itibaren "En iyi Türk, ölü Türk'tür" fikrinin aşılandığını, kendisinin de bu müfredata göre eğitim aldığını belirtti. Angastiniotis, "Kanın Sesi" kitabıyla başlayan ve Rum Kesimi'nden KKTC'ye sürgün oluşunun öyküsünü şöyle özetliyor:
"Rumlar 1960'lı yılları bilmiyor. Toplu mezarlar hakkında bir şey bilmiyor. Bunları araştırdım. Rumların yaptığı katliamları yazınca vatan haini ilan edildim. Güney Kıbrıs'ta bütün kapılar bana kapandı. Ne yapacağımı bilmiyordum. İş yok, ailem ortada. Kuzeye geldim. DAÜ'de bir ara konferans vermiştim. Bana sahip çıktılar ve öğretim görevlisi olarak işe başladım. Ailemi geçindirmem için para kazanmam gerekiyordu. Onu da KKTC yönetimi sayesinde kazanıyorum."
Rum tarafında herkesin kendisini "vatan haini" olarak gördüğünü söyleyen Angastiniotis, çarpıcı bir tespit yaparak, burada beyinlerin değişmesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu bence işin can alıcı noktasıdır. Çünkü gerek Kıbrıs Rum Kesimi’nde ve gerekse Yunanistan’da hastalıklı Türk düşmanı zihniyet değişmedikçe Türk-Yunan sorunları devam eder.
“BEYİNLERİN DEĞİŞMESİ LAZIM”
Bakın Rum yazar bu meseleyi ne güzel vurguluyor:
"İki taraf da yetersiz bilgilendiriliyor. Eğer Rum toplumu gerçekleri bilse, gerçeklerle yüzleşse Türk karşıtı iktidarlar sanıyor musunuz ki böyle hâkimiyet kurabilir? Hayır, asla. Güney Kıbrıs'ta kalplerin değişmesi için beyinlerin değişmesi gerekir. Bu da zaman alır."
Yazar, Türk tarafında Rumlara yönelik böyle bir düşmanlığın olmadığını da şöyle anlatıyordu: "DAÜ'de ilk derse girdiğimde 'Ben bir Rum'um. Ona göre sınıfı terk etmek isteyen varsa buyursun' dedim, ama kimse çıkmadı. Öğrencilerin gözlerinden beni dinleyişlerini gördüğümde çok mutlu oldum. Türkiyelisi, Kıbrıslı Türkü, bütün öğrenciler beni çok dikkatlice dinledi. Burada kalbimle çalışıyorum. Burası benim vatanım."
AYNI ZİHNİYET BATI TRAKYA’DA DA VAR
Gördüğünüz gibi Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki Türk düşmanı zihniyet aynı şekilde bizim Yunanistan’da da hakimdir. Bunu da en iyi Batı Trakya Türk Azınlığı anlar. Çünkü Kıbrıs Türkleri ile geçmişleri neredeyse aynı. Bu iki toplum benzer mezalimlere maruz kalmış ve bunlara karşı yürütülen resmi Yunan politikası da 1983’ten itibaren aynı ve tek merkezlidir. Bu yüzden Kıbrıs Sorunu çözülmedikçe Batı Trakya Sorunu da çözülmez. Bunların göbek bağı birlikte kesilmiş ve kaderleri de birlikte çizilmiştir.
Son günlerde Yunanistan’da ve özellikle Batı Trakya’da cereyan eden Türk ve Türk Azınlık karşıtı olaylar bana bunları hatırlattı ve bir kez daha yazmaya itti. Yani olumlu yönde değişen bir şey yok. Rum ve Yunan toplumları, öteden beri hakim olan Türk düşmanı eğitim sistemiyle yetiştirilmeye devam ediyor ve siyasiler de aynı zihniyetin resmi politikasını sürdürüyor. Sakız adasında ND’li eyalet başkan yardımcısı’nın bir ay önceki “En iyi Türk ölü Türk’tür” çıkışı, bu zihniyetin tezahürüdür ve Yunan ordusunda komandoların marşı olan bu nefret söylemi ne yazık ki, Yunanistan’da hakim olan genel bir kanaati yansıtmaktadır. En azından bunun Yunan siyasetçilerinin Türklere yönelik ortlama bakış açısı olduğunu söyleyebiliriz. ND partisinin Sakız adasındaki eyalet başkan yardımcısını partiden atması takdir edilecek bir husustur, ama bu, partide hakim olan hastalıklı zihniyetin temizlendiğini göstermez. Çünkü partide aynı kanaatte olan çok sayıda insan var ve omurgasını da bunlar teşkll ediyor.
ANEL VE ALTIN ŞAFAK SALDIRIYOR, SİRİZA İZLİYOR
Sakız adasındaki ND’li zatın yansıttığı Türk düşmanı zihniyet, hükümetin küçük ortağı eski ND’lilerin kurduğu ANEL partisinde de en kesif haliyle mevcuttur. SİRİZA’nın, hükümet ortaklığı şartı gereği kendilerine sunduğu Batı Trakya’da bir yıldır devam eden zulüm, Yunanistan’ın cunta dönemini hatırlatan şiddette doğru yükselmektedir. Paskalya dini bayramlarında İskeçe’nin Azınlık köyü Şahin’de köy sokaklarında halkı taciz edecek şekilde “Epitafyos” ayininin yapılması ve kocaman haçların gezdirilmesi, Müslüman Türk Azınlık düşmanı ANEL’in marifetidir. Yine Türk Azınlık Okulları’nda Türkçe’nin kısıtlanmasına yönelik getirilen yasak da ANEL’in tayin ettiği eğitim müdürlerinin marifetlerinden sadece biridir. ANEL’cilerin Batı Trakya’daki etkisi her geçen gün kendisini daha da hissettirmektedir. ANEL’ci eğitim müdürlerinin başa geçmesiyle gazlanan ANEL’ci memurların, hadlerini aşan ve toplum huzurunu tehdit eden beyanatları dikkat çekmektedir. “Yunanistan’ı beğenmeyen Türkiye’ye gitsin” gibi ifadeler, aslında “En iyi Türk ölü Türk’tür” ifadesinin farklı bir tezahürü veya en azından bu zihniyetin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Azınlık basınının mahkemeler yoluyla tehdit edilerek ihtar edilmesi de Türk Azınlık karşıtı zihniyetin bir tezahürüdür. Azınlık köylerinde Türkçe-Yunanca eğitim veren ilkokulların Türk Azınlık İlkokulları değil Müslüman Yunan Öğrencilerin devam ettiği azınlık okulları olduğunu bildirmek gibi, Türk Azınlık basınına ne yazıp ne yazmayacağını cuntavari bir tavırla adeta dikte etmeye çalışan bir zihniyet, ülkemizde devlet politikası ve resmi eğitimin empoze ettiği çarpık zihniyetin bir sonucu olsa gerek.
ALTIN ŞAFAK GÖKÇEPINAR’A NEDEN GİTTİ?
Son olarak da Irkçı Neonazi Altın Şafak partisi milletvekili ve mensuplarının Mustafçova Belediyesi’ne giderek Gökçepınar köyünde eylem yapması ise “En iyi Türk ölü Türk’tür” zihniyetinin uç noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. Cinayetlerle anılan, mahkemelerde davaları süren ve parti başkanı dahil çok sayıda milletvekilleri hapse atılan böyle ırkçı ve tehlikeli bir partinin milletvekili ve yandaşları tamamen Müslüman Türklerle meskûn olan Azınlık köyüne sözde habersiz girerek burada eylem yapıyor. Olacak bir şey mi bu? Ama Yunanistan’ın Batı Trakya Bölgesinde oluyor işte. Çünkü burada farklı bir rejim uygulanıyor. Burada Türk Azınlık düşmanlığı milli bir politikadır ve herkesle uygulanır. Bu isterse Neonazi partisi olsun fark etmiyor.
Edindiğimiz bilgilere göre Polis Teşkilâtı sözde hazırlıksız yakalanmışmış. O yüzden Altın Şafak’çılar aniden baskın yapmışmış ve dolayısıyla ancak bu kadar önlem alınabilmişmiş. Bu masallara inanmamızı istiyorlar. Oysa devlet istese değil Neonaziler, Mustafçova Belediyesi’nde başka mahalleden köpek giremez. Eğer bu devlet gerçekten devletse, ki bize gelince bunu en sert bir şekilde hissettiriyor, isteseydi Altın Şafak ırkçılarının Azınlık köyüne girmesine izin vermezdi. Bunu o köylülerin can güvenliği için yapmalıydı. Ama devlet kontrollü bir şekilde ve polis eşliğinde ırkçıları Gökçepınar’a sokarak bir şekilde son zamanlarda başka memurlarına da söylettiği şu mesajını da vermiş oldu: “Ya Türkiye ve Türk kimliği ile bağınızı koparırsınız ya da beğenmiyorsanız Türkiye gidersiniz. Aksi halde sonuçlarına katlanmaya hazırlıklı olun.” Bu şekilde de Türk Azınlığa Gökçepınar ve Mustafçova Belediyesi üzerinden ayar vermeye çalıştı. Tabii ne kadar başarılı oldu, o da ayrı bir konu. Kısacası avucunu yaladı.
HERKES BOYUNUN ÖLÇÜSÜNÜ ALDI
Bence derin devlet bizleri ölçmek isterken kendi ölçüsünü almış oldu. Kannatim odur ki, Gökçepınar halkı bu imtihandan yüzünün akıyla çıktı. Halkımız, Altın Şafak patisinin eylemi karşısında net bir tavır alarak gereken cevabı verdi. Türkiye’den bir bakan ve yetkili Gökçepınar’a geldiğinde köy halkı coşkulu bir şekilde bu kardeşlerini köy meydanını inleterek karşılarken, Altın Şafak temsilcileri geldiğinde evlerine çekilerek bunlara kapılarını kapatmıştır. Tek bir Gökçepınarlı soydaşımız bu ırkçıları karşılamamış ve etkinliklerine katılmamıştır. Gökçepınar’da bunları karşılayan 5 Altın Şafakçı’ya gelince; onlar zaten kendilerinin de dediği gibi Türk Azınlık mensubu değil. Altın Şafakçıların Yunan basınındaki tanımlamalarından da anlayabildiğimiz kadar bunlar “Yunan ruhlu Pomak” cinsi bir çeşit olarak ifade ediliyorlar. Dolayısıyla Türk Azınlık toplumuyla uzaktan yakından bir alakaları yoktur. Zaten Bosna’da Srebrenitsa Soykırımı’nda Müslümanları katledenlerle aynı etkinlikte beraber olanların Müslüman olan Türk Azınlık ile bir alâkaları olması beklenemez. Sonuç olarak Gökçepınar’da Neonazileri karşılayanlar yine Azınlıktan olmayan ve her yerde bulunabilecek bir elin parmak sayısını geçmeyen ısmarlama Yunan ruhlu Pomak Neonazilerdir. Ne ilginçtir ki, Türkiyeden Bakan Bekir Bozdağ Gökçepınar’a geldiğinde onu karşılayan coşkulu kalabalık içerisinde bunlar da vardı. Artık varın siz anlayın...
EN İYİ TÜRK VE EN İYİ YUNAN, IRKÇI OLMAYANDIR
Velhasıl, Altın Şafak’çılar Gökçepınar’a “Yunan ruhlu Pomakları Türkiye’nin etkisinden kurtarmak için onlarla kucaklaşmaya gidiyoruz” sloganıyla gittiler, ama avuçlarını yaladılar. O etkinlikte bir kendileri bir de köy tarafından tecrid edilmiş 5 tane meczup dışında hiçbir köylü iştirak etmeyerek ilgililere gereken cevabı vermiştir. Evet, Gökçepınar’da Pomaklar var, ama onlar Ortodoks Yunan ruhlu değil, Müslüman Türk ruhludur. Türk İslâm kültürünün ayrılmaz bir parçası olarak Müslüman Türk kimliğine sahip özbeöz Türk evlatlarıdırlar. Bunu bir Gökçepınarlı olarak ilk ağızdan söylüyorum. Bu bilinçteki toplumlarından ayrılarak veya koparılarak “Ortodoks Yunan ruhlu Pomak Neonazi” olmak birilerinin hakkıysa, “Müslüman Türk ruhlu Pomak” olmak da bu halkın en doğal insanî hakkıdır.
Yazı uzamasın diye devamını haftaya bırakıyor ve son söz olarak şöyle bitiriyorum:
En iyi Türk de, en iyi Yunan da, ırkçı olmayandır.