Geçen zamanın penceresinden Batı Trakya’da Türklerle Rumlar arasında insan ilişkileri
Rumlar azınlık insanını, onların kuruluşlarını ve düğün gibi çeşitli geleneklerini tarif etmek için her zaman Türk ismini kullandı.
Dikkat edilirse yazılarımda çoğunlukla kimlik konusunu işlemeye gayret ediyorum. Bunun elbette anlaşılır nedenleri vardır. Bugünden geriye dönüp bakıldığında, konunun hayatiyet ve hassasiyet derecesi böyle bir bakışı zorunlu kılmaktadır. Hiç şüphe yok ki bu, geçen elli altmış yıllık dönemde Türk azınlığın kimlik değerlerinin yok sayılmasının bir sonucudur.
Batı Trakya Türklerinde kimlikle ilgili yaşanmakta olan süreç, geçtiğimiz altmış yıllık dönemde özellikle, dogmatik yaklaşımların bir ürünü olarak var olan bir gerçeğin yok sayılması ve onun yerine inşa edilmeye çalışılan başka bir “gerçeğe” düşünsel düzlemde inanma ve kabullenme yöntemlerinin dayatılmasından ibarettir. Hiçbir rasyonel açıklaması olmayan bu tutum, toplumsal ilişkiler ölçeğinde Batı Trakya’da yaşayan Türklerle Rumlar arasında geleneksel komşuluk ilişkilerinin yara almasına yol açtı. Bu konu ile ilgili bazı verilerden yola çıkarak düşüncelerimi örneklerle temellendirmeye çalışacağım. Ancak önce yazımın başlığında kullandığım “Rumlar” tanımlamasına bir açıklık getirmek isterim.
Güncel anlamda Yunanistan’ın nüfusu bazında “Rum” sıfatının herhangi bir karşılığı olduğunu iddia etmek elbette mümkün değil. Türkçede politik bir kavram olarak kullanılan bu tanımlama, Yunan soyundan olup Yunan vatandaşlığıyla bağlı olmayan birey ve toplulukları nitelendirmektedir. Oysa anımsanacağı gibi bizde “Rum” sıfatı 1970 hatta 1980’lere kadar soy ve vatandaşlık kimliğiyle bağlı Yunanları yani Yunan kökenli yurttaşları tarif etmek amacıyla kullanılmıştır. Osmanlı döneminden literatürümüze yerleşmiş olan bu tanımlama, Batı Trakya’da yaşayan Türkler ve Rumlarca uzun yıllar benimsenerek kullanılmıştır.
Bu çerçevede Batı Trakya’da yaşayan Türklerle Rumlar arasındaki ilişkilerin geçmişi incelendiğinde Rum tanımlaması gibi Türk isminin de her iki kesim tarafından benimsenerek kullanıldığı görülmektedir. Bize tarihten intikal eden Rumlarla karşılıklı saygıya dayalı bir arada yaşama kültürünün kayda değer örnekleri vardır. Altmış yıl öncesine dönüp bakıldığında Rumlar azınlık insanını, onların kuruluşlarını ve düğün gibi çeşitli geleneklerini tarif etmek için her zaman Türk ismini kullandı. İki kesim arasında karşılıklı hoşgörüye dayanan bu ilişki gelişerek devam etti. Batı Trakya’da tarihsel gerçekler bağlamında her iki kesim tarafından benimsenmiş olan Türk ve Rum realitesi köyde, şehirde, alış verişte, otobüste ve hayatın her alanında her iki kimlik temelinde kabul gördü. Altmış yıl önceki döneme ait yaygın olarak akıllarda kalan geleneksel ilişkilerimizden bazı örnekler “Rumca biliyorum”, “Rum daskalos”, “Rum mahallesi”, “Rum dükkanı” veya “Türk öğretmen”, “Türk köyü”, “Türk okulu” gibi ifadeler gerek Türkler gerekse Rumlar tarafından herhangi bir kısıtlama olmaksızın özgürce kullanıldı. Ruma ait bir dükkandan alış veriş için gidip istediğimizin kendisinde bulunmadığı söylenerek “Şu köşedeki kapısı boyalı olan Türke sor, onda yoksa boşuna uğraşma! Bulamazsın” gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Batı Trakya’da her iki kesimin hukukuna saygıya dayalı yürüyen bu ilişki, 1970’lerden sonra dayatmacı ve yasakçı bir anlayışla ilkin bürokraside ve onun çeşitli uzuvlarında, özellikle Türk azınlık adına ağır sonuçlarla zedelenmeye başladı. Altmış yıl öncesine kadar bölgemizde kimlik esasına dayalı Türklerle Rumlar arasında sorunsuz gelişen bu ilişki, bir anda siyasi bir laboratuvar olarak düşünülen toplumun her iki kesiminin düşünce kimyasını yeniden şekillendirmek ve reel politik hedefler açısından daha kullanışlı kabul edilen “Müslüman- Hıristiyan” tanımlamasıyla bir ilişkiye indirgendi. Her iki kesime yönelik farklı yöntemler işletilerek uygulamaya konulan siyasi dozu oldukça yüksek olan bu fikir aşısı, lehte ve aleyhte olmak üzere ayrımcılığı derinleştiren çeşitli sorunlara yol açtı. Bu dönemde anayasal haklar, evrensel beyannameler rafa kaldırılarak Batı Trakya Türklerine gayr-i menkul alımı yasaklanırken bunun aksine kendilerine ait gayr-i menkul varlığı, toplumun diğer kesimine adeta bir ganimet gibi sunuldu. Bu hukuksuz uygulama toplumun bir kesiminde, diğerinin aleyhinde bir “üstünlük hukuku” psikolojisinin yerleşmesine yol açtı. Oldukça edilgen bir konuma düşürülen Türk azınlık “5. Kol” faaliyeti görmek gibi asılsız isnatlarla suçlanarak toplumun diğer kesimin gözünde ondan hayali bir düşman yaratıldı. Bu anlayış, birlikte yaşadığımız Rumların tamamına sirayet etmese de aşırı dozda kullanılan “Trakya tehlikede” hamasetiyle bu tür telkinlere daha yatkın olan bir kesim Rum vatandaşımız bundan önemli ölçüde etkilenmiş oldu. Sonuçta, Türklerin kapılarına yazılan hakaretler, maksatlı olarak duvarlara çizilen tehdit içerikli sloganlar birçok Yunan kökenli vatandaşımızın vicdanında potansiyel bir düşman algısını yarattı. Böylelikle iki kesim arasında ciddi kırılmalar yaratılarak onlarca yıl devam eden dayanışma ruhu önemli ölçüde örselendi.
Önceden yerli halk nezdinde Türk olarak bilinen azınlık mensubu, yerli bürokrasinin etkin çalışmaları sonucunda sadece “Müslüman” hatta “Hellen Müslümanı” şeklinde farklı bir surete, farklı bir kimliğe büründü. Yunan kökenli yerli vatandaşlarımızın devletin resmi çizgisiyle hizalanmaları, yine onlara yapılan, baskı demesek bile çeşitli telkinlerin bir sonucuydu. Zira bu tutum değişikliği Batı Trakya sınırları içinde yaşayan sadece Rumlar için geçerli bir sonuç yarattı. Batı Trakya’da uygulamaya konulan geto planı, ülkenin diğer bölgelerinde Batı Trakya Türklerine yönelik olarak herhangi bir etki yaratmadı.
Türk azınlığa mensup kimseler, ülkenin her tarafında Türk kimliğiyle tarif edildi, Türk kökenli muamelesi gördü. Genel olarak Yunanistan’ın güneyinde olsun, kuzeyinde olsun azınlığın kimliği ve aidiyetine duyulan saygı, azınlık odaklı bürokrasi hariç, hemen hemen hiç değişmedi. Bugün bile Atina’da, Mora’da, Girit’te, Makedonya’da resmi ağızların aksine Batı Trakya Türkleri Yunan halkının gözünde her zaman Türk kabul edilmektedir. Nitekim 1990’lı yılların başında çok saygı duyduğum (üç yıl önce vefat etti) Yenişehir (Larisalı) bir arkadaşımla konuşurken “Sizin orada bizim hakkında ne düşünüyorlar, bizden nasıl bahsederler?” diye sorduğumda, arkadaşım hafif gülümseyerek benim merakımı gidermek için sevecen bir ifade ile cevap verdi:
“Burada söylenenlere bakma sen. Aklın hiç karışmasın Yakup!” demişti ve devam ederek “Siz Yunanistan’ın her tarafında Türk olarak tanınırsınız. Larisa’ya her gittiğimde bana sorarlar. Türklerle anlaşıyor musunuz diye. Sana şu kadarını söyleyeyim. Kimliğiniz, Karasu (Nestos) ırmağından bu tarafa geçince sorun olmaya başlar.” demişti.
Bunun gibi 1990 yılında Gümülcine’de Türk azınlığa yapılan saldırılar üzerine dönemin geçici Başbakanı Zolatas, dili mi sürçtü yoksa “fikri ne ise zikri de o” mu demeli, Gümülcine’deki Türklerden söz ederken “Türkler” kelimesini kullandığını fark edince “öteki taraftaki Türkler” diye sözünü tevil etmeye çalışsa da ok yaydan çıkmış, yapacak fazla bir şey kalmamıştı.
1989 yılı Yunanistan’da genel seçimler öncesiydi. O dönem azınlığın kimliği, seçimin sıcak gündemiydi. Bir yandan bağımsız liste adayları kimliğimizi haykırırken diğer yandan Yunan kökenli adaylar Türk seçmenine göz kırparak onlar da kendi payına düşeni almaya çalışıyordu. Dışarıda karşılaştığım sağ siyasetin bir figürü ile kimliğimiz konusunu konuşurken bana dönüp:
“Sonuçta Türk olduğunuzu biliyorum ama bunu seslendirmenize gerek yok. Çünkü bu size zarar veriyor” demişti.
O dönem dayatılan bu ayrımcı anlayış, devlet dairelerinin kapılarında yazılan “Yunanca konuş” uyarılarıyla körüklendi. Oysa vicdan sahibi birçok Rum komşumuz bile bu tür uyarıları hiç dikkate almıyordu. Bu uyarların yapıldığı bir dönemde Türklerle Rumların karışık yaşadığı mahallemizde, bir gün öğle saatlerinde bozuk Türkçesiyle seyyar satıcının sesi duyuldu:
- Patlitzan var, domates var, karpuz var
diye müşterisini alışverişe davet ediyordu. Tam o arada temiz kalpli, iyiliğini hiçbir zaman esirgemeyen Rum komşu Marianthi’ye ait evinin sürmeli kapısının sesi duyuldu. İnce ve her zamanki sempatik sesiyle
- Patlitzan kats para?
diye satıcının Rum olduğunu bilmeden patlıcanın fiyatını Türkçe sormuştu.
2000’li yılların sonlarında Atina Üniversitesi’nde çalıştığım bir dönemde bir grup hoca ile birlikte kahve içiyorduk. Laf gitti dolaştı, Batı Trakya Türklerine geldi. Hocalardan biri yanındakine dönerek “Trakya’daki Türkler” deyince birden farkına varıp lafını kesti ve gülümseyerek “ah kusura bakma gafil avlandım” dercesine bana baktı. “Sorun yok” dedim. “Kabahat sizin değil. Sonuçta siz de bizim gibi malum mekanizmaların mağdursunuz” diyerek hep birlikte gülüştük.
Bugün Batı Trakya’daki Rum vatandaşlarımız bizi kastederek Türk ismini kullanmamaya çok özen gösterirler. Sırası geldiğinde örneğin İskeçe Türk Birliği’nden bahsetmek istediklerinde kısa adını kullanarak “TEX” (Tourkiki Enosi Xanthis) şeklinde söylerler.
Sonuç olarak elli küsur yıldır uygulanagelen yarı resmi yarı örtülü ancak sonuçları oldukça ağır olan bu yasaklar sadece bizi değil, hiç şüphe yok ki bizim kadar olmasa da Rum vatandaşlarımızı da mağdur etmektedir. Onların da riyakâr davranmaktan sıkıldıklarını biliyoruz; ancak devletin koyduğu bu kurala uymadıkları takdirde bazı yaptırımlarla karşılaşacaklarını çok iyi bilmektedirler. Nitekim bu durumu da zaman zaman itiraf etmektedirler.
Sözlerimi bağlarken bugün Batı Trakya’da yaşayan gerek Türkler gerekse Rumlar arasındaki ilişki, genel olarak saygıya dayalı bir ilişki değil; Yunan hükümetinin planlamasına uygun olarak daha ziyade bir çıkar ilişkisidir. Bu da ne yazık ki Türk azınlığın özellikle, etik değerlerini gitgide aşındırmaktadır. Zaten hedeflenen de rahata dayalı sağlanan olanaklar karşılığında Türk azınlığın etik değerlerinin aşındırılması değil mi?