Irkçı-faşist yöntemler en çok azınlık gruplarını mağdur eder
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi’nin mahkumiyet kararlarına rağmen Yunanistan azınlığın hak ve hukukunu çiğnemeye bugün de aynen devam etmektedir.
Faşizm, kapitalist üretim ilişkilerinin doğurup beslediği bir sistemin vücut bulmuş halidir. Diğer bir deyişle faşizm, kapitalizmden aldığı güçle dünyayı kana bulayan sistemin adıdır. Yer kürenin dört bir tarafında işlediği cürümlerin tolere edilmesinin nedeni, kapitalist sistemin bir türevi olmasıyla ilgilidir. Zira bunların her ikisi, kriz dönemlerinde birbirine hayat öpücüğü vererek varlığını sürdürebilen sistemlerdir. Bünyesine eklemlendiği iki temel öğe ırkçılık ile aşırı milliyetçilik bu hareketin temel niteliğini oluşturur. Hedefine ulaşmak için kullandığı yöntemin adı, baskı ve şiddettir. Onun insanlık adına endişe edilen yanı ise, günümüzde faşist eğilim ve yapıların bir yükseliş içinde olması ve bunların birçok ülkenin yönetiminde tamamen ya da kısmen söz sahibi olmasıdır.
Tarihsel süreç açısından faşizmin 1922’de İtalya’da Mussolini ile bir rejim biçimi olarak siyaset sahnesine çıkması ve Hitler Almanya’sı ile zirveye ulaşması insanlık tarihinde emsalsiz bir felaketin yaşanmasına yol açtı. II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası hukuk, faşizmin tasfiyesi için bazı önlemler alsa da pratikte bunun pek basit olmadığı ortaya çıktı. Zira arkasında her zaman küresel sermayenin, yani kapitalist sistemin aktif desteği vardır. Bunun en güncel örneği, insan hayatını hiçe sayan faşist İsrail hükümetinin Filistin halkı aleyhinde işlediği soykırımdır.
İsrail örneğinden hareketle bugüne baktığımızda neo-faşizmin sağ siyasetin bahçesinde ve çeperinde kök budak saldığı bilinmekle beraber, özgürlük ve eşitlik sloganlarıyla dolaşıp sol diye bağıran kimi ideolojik hareketlerin de bu açıdan sicilinin pek temiz olduğu söylenemez. Bir ülkede, alt kimlik ve alt kültürleri yok sayıp egemen kültüre/kimliğe dayalı homojen bir toplum yaratmak istemek, ister sağ olsun ister sol olsun ırkçılıktır ve hiç kuşkusuz bu, faşizmin kullandığı bir yöntemdir. Bu çerçevede uzun yıllar ülkemizde yapılmak istenen, ne yazık ki budur. Yani farklı kimlikleri, farklı kültürleri eritip homojen bir toplum yaratmaktır.
1950 sonrası Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu dünya, birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bürokrasinin kritik bazı birimlerinde aşırı milliyetçi ve ırkçı odakların yuvalanmasına zemin hazırladı. Oysa II. Dünya Savaşında faşizmin mağduriyetini en derin hisseden, en ağır bedel ödeyen ülkelerden biri Yunanistan olmuş, ödediği ağır bedel nedeniyle de uzun yıllar belini doğrultamamıştır. Ne var ki aynı Yunanistan, sonraki dönemlerde çok çektiği bu melanetin kendi ülkesinde kök salıp yayılmasını adeta özendirdi. Özellikle 1950’lerin başında sırtını NATO ittifakına dayamış olmanın verdiği özgüven duygusuyla Yunanistan’da var olan çeşitli azınlıkların birer birer tasfiyesine başlandı. Başta Çamerya Müslümanları, ardından uygulamaya konulan vatandaşlık yasasının ırkçı 19. maddesi ile Makedonları, 1970’li yıllardan sonra da aynı madde Batı Trakya Türkleri için işletilerek Yunan hükümeti topraklarındaki azınlıklara karşı baskıcı yöntemlerle tasfiye siyasetini sürdürdü.
Bir dönem bakanlık görevinde bulunmuş olan (Kamu Düzeni Bakanı) Papathemelis, bir konuşmasında Batı Trakya Türklerinden söz ederken vatandaşlıktan atılanların sayısını elli bin olarak belirtir. Ülkede yaşayan diğer etnik gruplara ait vatandaşlıktan atılanların sayısının ise altmış bin civarında olduğu çeşitli kaynaklarca ifade edilmektedir. Batı Trakya Türklerine yönelik 19. maddenin en yoğun uygulandığı dönem, ülkeyi sol bir hükümetin yönettiği 1981-1989 dönemidir. Ne ilginçtir ki aynı dönemde Bulgaristan’ın Türklere yönelik uyguladığı kitlesel asimilasyon politikasını kopya etmek isteyen Yunan hükümetinin başında da aynı partinin olmasıdır. Elbette ki bu talihsiz örnekler, genelleştirilip solun tamamına mal edilemez.
1990’lı yılların başında Türk azınlığa yönelik eylemlerin ve şiddetin zirve yaptığı bir dönemde seçim hükümetinin ırkçı bürokratlarından İskeçe Valisi Kapatzoglu’nun meşhur “gerakia”larını (şahinleri) birçoğumuz anımsamaktadır. O şahinleri besleyip eğiten, Gümülcine ve İskeçe’de Türkler aleyhinde şiddet eylemlerini özendiren, o zamanki milliyetçi sağın meşhur figürü Samaras’tan başkası değildir. O dönem Gümülcine’de Türkler aleyhinde meydana gelen şiddet eylemleri sırasında Sol İttifak’ın Genel Başkanı Damanaki, bölgeye gidip saldırıların durmasını isteyince, kendisi toplanan kalabalık tarafından protesto edilmiş, ağır hakaretlere uğramıştır.
Hiç kuşku yok ki 1990 yılında Gümülcine’de meydana gelen saldırılar, kimliğine sahip çıkmak isteyen Türk azınlığın susturulması amacıyla faşist grupların gerçekleştirdiği bir eylemdi. Aradan neredeyse otuz beş yıl geçmiş, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Mahkemesi’nin mahkumiyet kararlarına rağmen Yunanistan azınlığın hak ve hukukunu çiğnemeye bugün de aynen devam etmektedir.
Daha üç hafta önce Eurovision Şarkı Yarışması’nda ülkemizi temsil eden ekipte yer alan iki Batı Trakyalı Türkün bir Azerbaycan kanalına kendilerini tanıtırken sahip oldukları her iki kimliğe atıfta bulunarak “yarı Türk yarı Yunan” demeleri bile rahatsızlık yaratmış, bu açıklamalarını düzeltmeleri için kendilerine baskı yapılmıştır.
Aradan iki hafta geçti geçmedi, bu kez Gümülcine’deki Batı Trakya Fenerbahçe Taraftarları Spor-Kültür Kulübü’nün, “Batı Trakya” ismi nedeniyle Gümülcine Asliye Hukuk Mahkemesi’nce kapatıldığı haberi geldi. Bu kararın hukuksuzluğu ayan beyan ortadayken kararın asıl vermek istediği, Türkiye ile aranızda bulunan çeşitli bağlarınızdan rahatsızız, mesajıdır. Başka da hiçbir açıklaması yoktur.
İskeçe Azınlık Lisesi öğrencilerinin sığamadıkları çürük bir bina yerine yeni okul binası için verilen sözlerin yerine getirilmesi beklenirken Nea Dimokratia hükümeti, İskeçe’de Müzik Lisesi binasının yapılması için ödenek tahsis ettiğini açıkladı.
Türk azınlığın yaşadığı Batı Trakya’da demokrasi böyle bir şeydir işte.
Kapitalizmin küresel tasarımlarına kendini angaje etmiş, ülke topraklarının bir bölümünü Amerikan ordusunun hizmetine açmış olan Nea Dimokratia hükümeti, bundan cesaret alarak Türk azınlığın hukukunu artan bir dozda çiğnemekte hiçbir beis görmemektedir. Oysa unutulmamalı ki küresel konjonktür durağan değil, oldukça değişkendir. Kapitalist sistemin çıkarları da bu değişkenliğe en çok uyum sağlayan bir özellik taşımaktadır. Tarihte bunun örnekleri var. İnanmayan bakabilir.
***
Yazımı, pazar günü yapılacak seçimin önemi ile ilgi bir iki söz söyleyerek bağlamak isterim.
Bütün AB ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de iki gün sonra Avrupa Parlamentosu seçimleri var. Yunanistan’da varlığı inkâr edilen azınlıklar açısından bu seçimin, diğerlerinden farklı bir motivasyonu, farklı bir dinamiği var. Farklı kimliklerin yok sayıldığı bir dönemde yapılan bu seçim, Batı Trakya Türkleri başta olmak üzere bu ülkede sesi halen duyulabilen çeşitli azınlık gruplarının seçimi olacaktır. Azınlıklar olarak bütün çeşitliğimizi ve renklerimizi korumaya kararlı olduğumuzu göstermek için pazar günkü seçimde sandığa gidip “Biz Buradayız” deme zorunluluğu vardır.