İskeçe 4 Ekim’de neyi kutladı?
İskeçe her yıl 4 Ekim tarihinde, İskeçe’nin Yunanistan’a teslim edilişinin yıl dönümlerinden birini kutluyor. 600 yıllık istikrarlı Osmanlı hakimiyeti akabinde
İskeçe her yıl 4 Ekim tarihinde, İskeçe’nin Yunanistan’a teslim edilişinin yıl dönümlerinden birini kutluyor. 600 yıllık istikrarlı Osmanlı hakimiyeti akabinde İskeçe, son yüzyılda meydana gelen kaos ve istikrarsızlık sonucunda, 1912’de başlayan Balkan Savaşları ve Dünya Savaşları sürecinde, birçok defa bayrak değiştirmiştir.
Ortodoks Yunanistan halkı yüzyıllarca, Lâtinlerin ve Katolik Venediklilerin zulmü altında ezilmiştir. Ortodoks Yunanistan halkının imdadına, ecdadımız Osmanlılar yetişmiştir. Günümüzde, Yunan okullarında okutulan tarih, bilimsel ve tarihî gerçeklerden uzak, ırkçı Helen Ortodoks Kilisesinin tabu olarak kabul ettiği uydurma ve yalan tarihin aksine, ecdadımız Osmanlı, Yunanistan’a bir işgal gücü olarak değil, Katolik Venediklilerin zulmünden kurtarmak için bir barış gücü olarak gelmiştir.
Yunanistan, Osmanlı tebaası olarak, tarih boyunca hiçbir dinî veya etnik ayırıma tabi tutulmamıştır. Dil, din, eğitim, vakıf, her türlü kurumsallaşma ve ekonomik özgürlüklerden istifade etmiştir. Refah ve huzur içinde yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür.
Ne yazık ki Yunanistan, küresel emperyalist güçlerin oyun ve kışkırtmalarına alet olarak, Osmanlı Devletini parçalamak için 1821’de harekete geçmiştir. Oysa Yunanistan’daki Rum esnaf ve tüccarlarının sahip oldukları servet ve güç, ne Roma İmparatorluğu zamanında, ne Bizans İmparatorluğu zamanında ne de 1832’den günümüze kadar, Osmanlı döneminde olduğu kadar istikrarlı ve uzun süreli bir güce sahip olamamıştır.
Ortodoks Hıristiyanlığa ve Hz. İsa’nın kilisesine hizmet etmekle mükellef olan Patrikhane, dinine ve gerçek davasına ihanet etmiştir. Megali İdea hayalleri peşinde koşmuş, tamamen dünyevîleşmiştir. Küresel emperyalist güçlerin oyuncağı haline gelmiştir. Oysa Patrikhane, Osmanlı’nın sağladığı imtiyazlarla, yüzyıllarca devam eden manevî ve maddî gücün zirvesine ulaşmıştı. Ne yazık ki, Patrikhane bu iyi niyet ve imtiyazları istismar ederek, tarih boyunca sinsi bir şekilde kötüye kullanmıştır.
Patrikhane’nin sağladığı manevî destek ile Yunanistan, küresel emperyalist güçlerin ekonomik, askerî ve silâh yardımlarıyla, tebaası olduğu Osmanlı Devletine karşı, 1821’de başlayan ve 8 yıl süren vahşi ve kanlı isyanlar neticesinde 1829 tarihinde bağımsızlığını ilân etmiştir. Osmanlı Devletini yıpratmaya yönelik gösterdiği başarıya(!) ödül olarak 3 Şubat 1830 yılında, Londra’da, Fransa ve Rusya’nın da katılımıyla düzenlenen bir konferansta Yunanistan’ın bağımsızlığını tescil etmişlerdir.
Yunanistan’a bağımsızlık verildikten hemen sonra, çeteciler arasında iktidar kavgaları baş gösterdi. Bu iç karışıklıklar 3 yıla yakın sürdü. Çatışma ve anlaşmazlıkların şiddetlenmesi neticesinde, tekrar dağılma sürecine girdi. Nihayet İngiltere, Rusya ve Fransa’nın müdahaleleriyle, yabancı krallar tayin edilerek yakın tarihe kadar batının bir sömürge vilâyeti gibi yönetilmiştir.
Yunanistan’a bağımsızlık kazandıran, İngiltere, Rusya ve Fransa’nın baskıları neticesinde, Mayıs 1832’de İstanbul’da yapılan bir antlaşmayla, Osmanlı Devleti de, Yunanistan’ın Osmanlı Devleti yönetiminden ayrıldığını kabul etmiştir.
Londra Konferansında, İngiltere, Rusya ve Fransa temsilcilerinin belirledikleri maddeleri, Osmanlı Devleti’ne ve Yunanistan’a tebliğ etme kararı almışlardır. Londra Protokolüne göre: Mora yarımadasında kurulan Yunan devletinin kuzeydeki sınırı Volos kasabası kabul edilmiştir. Buna göre Yunan devletinin bu sınırları içerisinde kalan Müslüman tebaanın, aileleri, canları ve malları teminat altına alınacaktır.
Ne yazık ki Yunanistan, günümüzde olduğu gibi, tarih boyunca imzaladığı hiçbir anlaşmaya uymamıştır. Müslüman Türklere karşı zulümlerini artırarak günümüze kadar devam ettirmişlerdir.
Yunanistan’da 1821’den 1922 kurtuluş savaşına kadar, yüzyıldan fazla, aralıksız bir şekilde devam eden vahşet ve katliamlarla yüz binlerce Müslüman Türk, hunharca katledilmiştir. Yüz binlerce Müslüman Türk’ün evleri yağma edilmiştir. Köyleri ve kasabaları yakarak, yıkarak ve mallarını mülklerini gasp ederek zorla göç ettirilmişlerdir.
Yunanistan’a bağımsızlık kazandıran emperyalist güçler, aynı oyun ve vaatlerle, Sırpları, Bulgarları ve Arnavutları da örgütleyip silâhlandırmışlardır. Yunanistan’a Megali İdea hayalleriyle Büyük Yunanistan, Bulgarlara Büyük Bulgaristan ve Sırplara da Büyük Sırbistan vaatleriyle Osmanlı Devleti’ne karşı saldırtmışlardır.
Bu toplu isyanlar neticesinde, balkanlarda Osmanlı hâkimiyeti ortadan kalkmıştır. Bütün balkan coğrafyası savaş alanına dönmüştür. Birinci ve ikinci Dünya Savaşlarına zemin hazırlayan, Birinci ve ikinci Balkan Savaşlarının başlamasıyla, balkan coğrafyası uzun yıllar süren göçler, kan, gözyaşı, vahşetler ve soykırımlara sahne olmuştur.
Küresel emperyalist güçler artık, istediklerini elde etmişlerdi. Yunan, Bulgar, Sırp ve Arnavut çetelerini kullanarak, balkanlarda Osmanlı hâkimiyetine son verilmiştir. 600 küsur yıldan beri, hiçbir ırk, din, dil ve mezhep, herhangi bir baskı ve ayırıma maruz kalmadan, Osmanlı Devlet-i Âlî himayesinde huzur ve istikrar içerisinde varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Birinci Balkan Savaşıyla, Osmanlı hâkimiyetine son veren Yunan, Sırp, Bulgar ve Arnavut çeteler, daha sonra balkan coğrafyasını kendi aralarında bir türlü paylaşamamışlardır. İkinci Balkan Savaşı’nın fitilini ateşleyerek, çetin savaşlara girişmişler, birbirlerini kırdırmışlardır. Vicdansız ve acımasız emperyalist güçler, kendi karanlık emelleri için kullandıkları zavallıların bu acınacak hallerine yıllarca seyirci kalarak, her ırktan yüz binlerce masum insanın ölümüne sebep olmuşlardır.
Emperyalist güçlerin, büyük vaatlerle kandırdıkları Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Arnavutluk halkları, büyük hayal kırıklığına uğramışlardır. Zira daha önce yapılan vaatlerin bir aldatmacadan ve entrikadan ibaret olduğunu bütün sağduyulu insanlar fark etmişlerdir. Kandırıldıklarını ve tuzağa düşürüldüklerini çok geç anladılar. Yüzyıllarca kendilerini himaye eden Osmanlı gücünü kendi elleriyle ortadan kaldırmışlar, emperyalist güçlerin esareti altında yaşamaya mahkûm olmuşlardır.
Birinci Balkan Savaşı sırasında, 600 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Batı Trakya, Ekim 1912 yılında, Bulgarlar tarafından ilk defa işgal edildi. Bu işgal takriben 8 ay sürdü. Yunanlılar da, Batı Trakya’yı işgal etmek için hazırlıklar yapıyorlardı. İkinci Balkan Savaşı sırasında Yunanlılar, 1913 Temmuz ayının sonunda Batı Trakya’yı işgal etti. Ancak bu işgal sadece 15 gün sürdü. 10 Ağustos 1913 yılında Balkan ülkeleri arsında imzalanan Bükreş Antlaşmasıyla Batı Trakya tekrar Bulgaristan’a verildi.
Batı Trakya %75 Müslüman Türk nüfusa sahip olmasına rağmen, sadece %8 Ortodoks Yunan ve %6 Ortodoks Bulgar Nüfusa sahip iken, emperyalist güçler tarafından Batı Trakya’nın Osmanlı Devleti ile olan bağlarını koparmak için, Bulgarlara ve Yunanlılara terk ediliyordu.
Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türkler tarafından, bu haksız dayatmalara isyan ederek, merkezi Gümülcine olmak üzere, Müderris Salih efendi başkanlığında “Garbî Trakya Hükümet-i Muvakkatesi” kuruldu. 2 Ekim 1913’te “Garbi Trakya Hükümet-i Mustekıllesi” adıyla bağımsızlığını ilân etti. Bulgarların şikâyetleri ve emperyalist güçlerin baskıları neticesinde Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu olumsuz şartlar nedeniyle, gereken desteği veremedi. 29 Eylül 1913’te yapılan İstanbul Antlaşmasıyla, 2 Ekim 1913’te “Garbi Trakya Hükümet-i Mustekıllesi” adıyla kurulan ilk Türk Cumhuriyeti lâğv edilmiş, Batı Trakya tekrar Bulgaristan’a bırakılmıştır.
Eylül 1918’de Fransızların himayesinde “Müttefikler Arası Trakya Hükümeti” kuruldu. Batı Trakya, Fransız yönetimi altında takriben bir yıl kaldı. Emperyalist güçlerin Trakya’yı işgal etme sürecinde, Yunan ordusunun katkılarından dolayı, ödül olarak Batı Trakya Yunan yönetimine bırakıldı. Yunan tarihçilerinin, Fransız General De’ Espere’ye isnat ettikleri bir ifadeye göre: “Batı Trakya’nın Yunanlılara verilmesi çok isabetli olur. Zira Trakya’nın işgali için Yunanlıların katkıları büyüktür..” (Tabi burada dışarıdan Yunan ordusu ile emperyalist güçlerin, içerden de patrikhanenin işbirliğini göz önünde bulundurmak gerekiyor.)
Batı Trakya, emperyalist güçler tarafından Yunan yönetimine terk edildikten sonra, 27 Nisan 1920’de Gümülcine’nin kuzeyinde, merkezi Hemitli kazası olan “Batı Trakya Milli Hükümeti” adıyla bir yönetim kuruldu. 1923 Lozan Antlaşması'na kadar varlığını sürdürmüştür.
24 Temmuz 1923 Uluslar Arası Lozan Barış Antlaşmasıyla Batı Trakya resmen Yunan yönetimine bırakılmış oldu. Ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında 1941’de Almanların öncülüğünde Bulgarlar, Batı Trakya’yı bir daha işgal ettiler. 3 yıldan fazla Bulgar işgali altında kaldıktan sonra, 1944 yılında tekrar Yunanlılara verildi. 1944 yılından günümüze kadar, 73 yıldan beri kesintisiz bir şekilde Yunan yönetimi altında Batı Trakya Müslüman Türkleri varlığını dimdik ayakta sürdürmeye devam etmektedir.
Yukarıdaki yazıda kısaca belirtmeye çalıştığım tarihî gelişmeler çerçevesinde, genelde Batı Trakya, özelde ise İskeçe’mizin geçirdiği badireleri izah etmeye çalıştım. En istikrarlı, en uzun süreli ve en huzurlu dönem; 600 yıllık Osmanlı hâkimiyeti dönemidir. Osmanlı hâkimiyeti sona erdikten sonra, savaşlar, kan, gözyaşı ve tehcirler günümüze kadar devam etmiştir. İskeçe’miz de bu karmaşalardan fazlasıyla nasibini almıştır. Son yüzyılda, 10 defadan fazla, farklı tarihlerde İskeçe saat kulesinde bayrak değişmiştir. Günümüzde 4 Ekim tarihlerinde, “İskeçe’nin kurtuluşu” adıyla yapılan kutlamaların neye ve hangi gerekçelere dayandırılarak 4 Ekim tarihinin tespit edildiği ve ne zamandan beri kutlandığının mantıklı ve bilimsel bir izahı yapılırsa, neyin, niçin kutlandığını öğrenmiş oluruz. Her şeye rağmen biz yine de hayırlısı diyelim…