Türk ve Yunan ulus inşasında travma: Bir aşk hikâyesi
Her iki devlete baktığımızda birinin yenilgi üzerinden, diğerinin ise zafer üzerinden kendisini kurduğunu görüyoruz.

Travma, birey için olduğu kadar kolektiviteler için de yaşam sürecindeki başat öneme sahip tecrübelerden biridir. Ancak travmayı umumiyetle birey psikolojisi bağlamında duymaya alıştığımız için çoğu zaman sosyal travmayı zihnimizde oturtmayı beceremeyiz. Yüksek Lisans tezim için yaptığım mülakatlarda da bunu gördüm. Travma genel olarak bireyin, hayatının belli bir döneminde yaşadığı şok şeklinde algılanıyor. Travma tanımına bunu dahil edebiliriz ancak bu, şüphesiz çok eksik bir tanım olacaktır.
Gereksiz maceralara girişmeye gerek duymadan travmayı ‘yara’ olarak tanımlamakla başlayalım. Travma, fiziksel yaradır her şeyden önce. Psikolojik boyutuna geldiğimizde ise her ne kadar mecaza başvurmak zorunda olsak da travma yine yaradır. Sosyolojik boyutta ise travmanın normal şartlarda birey üzerinde ortaya çıkardığı semptomların yüzbinler hatta milyonlar tarafından paylaşılmasıdır.
Nedir bu semptomlar? Semptomları açıklayabilmek için önce yas psikolojisine başvurmak gerekir, bunun içinse önce yası tanımlamak gerekir. Yas odur ki, yaşam aleminde aniden kaybedilen nesnenin hafıza aleminde aynen kaybolamaması neticesinde geçirilen süreçtir. Babası vefat eden bir insan babasının vefat ettiğini bilse bunu zihnine kabul ettirmesi o kadar kolay olmaz. Babası öldükten sonra yaşadığı şoku, merhumun defnedilmesiyle aşsa da evine geldiğinde babasının her zaman oturduğu koltuğu gördüğünde babasının her an çıkıp tekrar geleceğini hissedebilir. İşte bu sürecin aşılması zaman alır ve kabul edilen görüşe göre bu durum 5 aşamayla gerçekleşir: İnkâr, öfke, pazarlık, bunalım, kabullenme. Öfke ve bunalımı bir kenarda bırakacak olursak benim nezdimde inkâr, pazarlık ve kabullenme herhangi bir yas sürecini anlayabilmek için kilit aşamalardır. Yası bir de terkedilen sevgili örneği üzerinden düşünelim. Terk edilen kişi ilk başta şoka uğrasa da sevgilisinin temsili hafızasında öyle yerleşik bir durumdadır ki hep bir “O bana geri dönecek” beklentisi hâkimdir. Oysaki bu beklenti sadece yas sürecinin bir ürünüdür; o kişi geri gelmez, başka biriyle sevgili olduğunda ise pazarlık aşaması devreye girer: “O bana mutlaka geri dönecek ama o da ne? Yoksa dönmeyecek mi?”. En nihayetinde sağlıklı bir insanda her kayıptan sonra kabullenme durumu ortaya çıkar.
Çoğu zaman insan güçlü olduğunu zannederek aslında kaybedilen nesnenin zihindeki temsilinin silinmesini kaldıramadığı için dolayısıyla paradoksal bir biçimde güçsüz olduğu için inkâr aşamasında takılıp kalır. Kaybedilen nesnenin bir insan olmasına gerek yoktur. Özgürlük kaybedildiğinde de bu böyledir. Bugün Pandemi büyük ölçüde geride kalmış olsa da, pandeminin başlarını ve ortalarını düşünelim. Başlarda neredeyse hepimiz, bunun bir dönem bizi yine korkutan Kuş Gribi ya da Domuz Gribi gibi çok da büyük hasara sebep olmadan kısa sürede geçip gideceğini düşündük, inkâr aşamasının bir sonucu olarak. İlk aşamada bu normaldir ama bu tutumun Pandemi boyunca devam etmesi sağlıksız bir yas sürecinin ürünüdür. Başka bir deyişle evde bu kadar uzun süre kalmayı kabul edecek kadar güçlü olmadığımız için inkâr aşaması bu kadar uzun sürdü.
Bunun yanında bu yazdıklarımı okuyan birinin gerçek anlamda güçlü olmak için inkâr aşamasını hemen atlamayı denemeye başladığını yani inkâr aşamasında çok vakit geçirmeden doğrudan kabullenme aşamasına sıçradığını da düşünebiliriz: Bu da sağlıksız bir yas sürecidir çünkü inkâr, öfke, pazarlık, bunalım, kabullenme aşamalarının tümünden geçmek zaman alır ve bunun ne kadar uzun süreceği de kişinin kaybedilen nesneyle kurduğu bağa göre değişir. Kimisi için haftalar sürer, kimisi için yıllar. Ama şu kadarı var ki, sağlıklı bir yas süreci her halükârda kıvranmayı gerektirir. Kıvranırken duyulan acıdan kurtulmak için insan stratejiler üretir ve bu çoğu zaman sanatsal yaratıcılık biçiminde sirayet eder. “Beni öldürmeyen acı güçlendirir” sözü de buradan gelir ama hiç acı duymadan gelen kabullenme aslında acıyı halının altına süpürmekten başka bir şey değildir. O acı eninde sonunda mutlaka başka şekillerde, bazen de hastalık biçiminde mutlaka tekrar ortaya çıkacaktır.
---
Neredeyse bir yazı boyutunda uzunca bir giriş yaptım hiç adetim olmadığı üzre. Ancak travma ve yas fenomenlerinin iyi bir şekilde anlaşılması, bugün milletlerin bazı meseleleri neden aşamadığını da anlamayı kolaylaştıracaktır. Yukarıda birey psikolojisi bağlamında dile getirdiğim her şey kolektiviteler için de geçerlidir. Tek bir fark var ki, o da hafıza manipülasyonunun bireyden çok kolektivitelerde görülmesidir. Hafıza manipülasyonundan kastım, hafızanın sadece yaşanan şeyleri hatırlamadığı, başkasının anlattığını da hatırladığıdır. Dolayısıyla bir insana ailesinde, aslında hiç yaşanmamış bir olay ömrü boyunca anlatıldığında, hele ki bu olay travmatikse, bizatihi o olayı yaşamış gibi semptomlar gösterecektir. Milletlerin tarihleri bağlamında travmatik öykülerde de bu görülür.
Buradan yola çıkarak Yunanistan ve Türkiye’nin ulus olma sürecinde travmaların etkisini kaybedilen sevgili metaforu üzerinden karşılaştırmaya çalışacağım. Bunun için Yunanistan’ın sevgilisi olarak İstanbul’u, Türkiye’nin sevgilisi olarak ise Balkanlar’ı seçtim. (Varsa) Bunu okuyan bir Yunan’ın öfkelenmesi beklenir. Bir Türk’ün ise çok da bir anlam vermemesi beklenir. Yazı okunmaya devam edildiğinde, her iki garip tepkinin de sağlıksız yas sürecinin ürünüdür.
Yunanistan’dan başlayalım. Yunanların kaybedilen sevgiliye (İstanbul’a) karşı her zaman inkârcı bir tutum içerisinde oldukları görülür. Sağlıksız yas süreci geçiren insanlarda inkâr aşamasında, her ne kadar nesneyi kaybettiklerinin farkında olsalar da, nesnenin temsili zihinden henüz yok olmadığı için şimdiki zamanda konuştukları görülür. Bugün Yunanlar’ın İstanbul’a hala Poli (Şehir) demeleri ve “Şehre gidiyorum” derken henüz kaybedilmediği zamanları çağrıştırarak bunu söylemeleri bundandır. Bugün Yunanistan İstanbul’a karşı sevgilisinden ayrıldığını kabullenemeyen bir erkek davranışı sergiliyor. İstanbul’un bir gün mutlaka geri alınacağı çoğu Yunan’ın en belirgin umutları arasında yer alıyor. Bakıldığında Yunan ulus-devletinin kuruluş sürecinde ortaya çıktığı bilinen ama İstanbul’un kaybedildiği dönemde yazıldığı iddia edilen bazı ağıtlarda İstanbul’un, Yunanlar’ın günahları sebebiyle kaybedildiği, günahların bedeli ödendiğinde Tanrı’nın İstanbul’u tekrar Yunanlar’a vereceği söylenmiştir. Bunun ötesinde, Mermere Dönen İmparator mitinde, Paleolog’un bir melek tarafından meremere dönüştürüldüğü, vakti geldiğinde Türkler’in Orta Asya’ya sürülmesiyle İmparator’un diriltileceği söylenmektedir. Kaybın mitleştirme biçimi bize, her millette görülmesi muhtemel olsa da, yas psikolojisinde karşılığına bakıldığında, bir bireyde görüldüğü takdirde neredeyse tedavi gerektirecek travma semptomlarının bir kolektivitede ortaya çıktığını gösteriyor.
Türkiye’ye geldiğimizde, Türkiye’nin sevgilisini (Balkanları) kaybetmeye karşı çok kolay bir kabullenme davranışı gösterdiği görülüyor. Gösteriyor çünkü yeni sevgili (Anadolu) bulmuştur. Elbette ki, Anadolu daha önce de Türklerin elindeydi ancak burada kastettiğim Anadolu’nun ontolojik olarak yeni bir forma bürünmüş olmasıdır. Osmanlı’nın yüzde 80’inin Balkanlar’dan yönetildiği artık klişeleşmiş bir ifade olmasına rağmen Balkan Savaşları bugün diğer tüm savaşların yanında en az bahsedilen savaşlar arasındadır. Dahası bugün Türkiye’de insanlar umumiyetle zaferle sonuçlanan savaşlardan bahsederler. Yaşanan onca tatsızlığı hatırlamanın bir sebebi yoktur çünkü insan yeni sevgili bulduğunda. Oysaki gerçekten büyük bir kayıptı Balkanlar Türkiye için ama 10 sene gibi bir sürede teselli bulacağı önemli olaylar yaşadığı için yasını tutma imkânı bulmadı. Halının altına süpürülen bunca acı nasıl mı ortaya çıkar? Ola ki, bugünkü sevgili de elden gittiğinde insan eski sevgiliyi de hatırlar duruma gelir.
---
Her iki devlete baktığımızda birinin yenilgi üzerinden, diğerinin ise zafer üzerinden kendisini kurduğunu görüyoruz. Yunanistan eski sevgilisinin yeni sevgilisine karşı düşmanlıkla kendini inşa ederken, Türkiye ise bulduğu yeni çıtır -ya da çıtır olarak görmek istediği- sevgilinin tesellisiyle eski acıları unutmuş durumda. Ne var ki, her ikisi de sağlıksız bir yas sürecinin ürünü bu durumlar, “Beni öldürmeyen acı güçlendirir” sözünü mümkün kılacak şartlardan uzak olup her iki ülkeyi de yerinde saymaya mahkûm etmiştir.