Avrupa’nın kuyruk sokumunda Avrupa’yı düşünmek
Hülâsa, bugün insanların hangi kuyruk sokumundan dirileceklerine inanmaya karar vermeleri gerekir.
“Ademoğlunun her şeyi çürür, yok olur; kuyruk sokumu kemiği hariç, ki ademoğlu ondan yaratılmış ve yeniden ondan diriltilecektir.”
Bu hadiste, Müslümanların hakikat olarak kabul ettiği bir şey zikredilmektedir. Kıyamet günüyle ilgili bu hadiste insanın yeniden dirilişinin ne şekilde olacağı anlatılır. Başka birçok hadis ve ayette de insanların yeniden dirilecekleri günün yaşanacağı sarsıntıdan, ayaklarının kayacağından ve bu şekilde hakikate şahitlik edeceklerinden bahsedilir. Bir diğer ifadeyle, insanların bu günde hakikate şahitlik etmekten başka bir çaresi olmayacakları vurgulanır.
Kendisini -ister istemez- bu anlayış karşısında konumlandırmış Avrupa Medeniyeti ise insan tarafından -en azından bu dünyada- bilinemeyecek olan hakikati bulduğunu iddia etti. Hakikatin insan tarafından algılanabilen bir şey olmadığını kabul etmeye başladığımız yerden Avrupa’nın medeniyet inşasının diğer yönlerinin de ne şekilde hakikatten uzak olduğunu, dahası hakikate karşıt konumlandığını idrak etmeye başlayabiliriz.
Birçok tarihçi Avrupa Medeniyetinin Latin-Yunan-Hristiyan-Yahudi temeller üzerinde inşa edildiğini söylese de Edgar Morin’in yere daha sağlam basan bakış açısı bu argümanı çürütür. Fenike Kralı’nın kızının adı neden bir karaya verildi? Birçok sebep sıralayabiliriz: Belki mitolojik karakter Europa Batı topraklarına götürüldüğü için ilk önce Yunanistan’ın batısında kalan, ondan sonra Yunanistan’ın da dahil olduğu topraklara Europa dendi. Bu durumda Yunanistan ne kadar Europa? Belki bir gövdenin kuyruk sokumu kadar.
Kuyruk sokumu bahsine gelmeden önce Edgar Morin’den devam edelim. Edgar Morin, tarihi çatışmalarla doğru Avrupa Medeniyetindeki Latin-Yunan-Hristiyan-Yahudi unsurların kurucu sacayakları olamayacaklarını savunur. Bu unsurların hepsinin kendisini Avrupalı olarak tanımlamaya başlaması, bu unsurların her birinin varlıklarını devam ettirebilmek için birbirlerine sarılmalarına dayanır. Birbirlerine ancak savaş amacıyla yaklaşabilen Avrupa halklarının birbirlerine sarılması durduk yere olmadı. Müslümanlar geldi, Avrupalıları itebildiği kadar içeri itti. İçerideki halklar içeri girdikçe birleşmekten başka bir yol bulamadı ve Avrupa olarak ortaya çıktılar.
Dolayısıyla Avrupa Medeniyetinin kurucu bir tezi yoktur. Kimliği sistematik bir felsefeye dayanmaz. Ancak bir yapıya medeniyet deniyorsa eğer hiç kuşkusuz bir felsefesi olması gerekir ve Antik Yunan mirası ne güne duruyordu. Kuyruk sokumundan yeniden dirilen bir medeniyet, sarsıcı bir biçimde dünyayı hakikatle yüzleştirdi: Akıl. İnsan Tanrı içinken artık insan İnsan için (hümanizm) olmaya başladı. Kısaca İnsan, Tanrı’nın yerini aldı.
İnsanın Tanrı yerine geçmesinden nasıl bir hakikat doğar, bunu teferruatla ele almayacağım; İkinci Dünya Savaşı’na bakmak kâfi. Bunun yerine günümüzü anlamaya çalışmak için bazı denemelerde bulunacağım. Avrupa Medeniyetini, onunla ilişkisi ancak “garip” sıfatıyla tanımlanmaya müsait iki millet, Yunanlar ve Türklerle olan ilişkisini masaya yatıralım. Yunanlarla ilişkisini masaya yatıracağım çünkü aralarında organik bir bağ yokken Yunanlar Avrupalılaşmıştır. Türkleri masaya yatıracağım çünkü Avrupayı Avrupa yapan unsurlardan biri Türklerken, yani Avrupa Türklerden kaçamadığı için Avrupa olmuşken bugün Türkler Avrupalılaşmayı arzu etmektedir. Üstelik, Avrupa’nın geleceği bu kadar müphem, birçok devlet AB’den ayrılmayı istiyorken.
Kültür kelimesini, Fransa’nın bütün dünyaya biçim verme misyonuna boyun eğmemek için ilk kullanmaya başlayanlar Almanlar olmuştur. Medeniyet evrensel; kültür yereldir. Almanlar, tabir caizse medeniyet sizin olsun bize kültürümüz yeter dedi. Antik Yunan’ın da kendine özgü, böyle bir kültürü vardı. Yunanlar ulus olmalarıyla, Avrupalılaşmalarıyla birlikte Avrupa Medeniyetinin hegemonyası altına girdi ve Yunan kültürü Avrupa Medeniyeti içerisinde peyderpey erimeye başladı. Zannedildiğinin aksine Avrupa’nın kökü Yunan değil, Yunan’ın kökü Avrupa olmuştur; en azından günümüzdeki haliyle çünkü günümüz Yunan’ıyla Antik Yunan arasında taban tabana bir tezat bulunur. Etno-sembolik anlamda biri diğerinin devamıdır, evet ancak kültür, bir milletin kendisini devam ettirmesini sağlar; edebiyat, sanat, düşünce vb. yollarla; medeniyet o kültüre baskın geldiğinde, o milletin kültürel unsurları kendisi için değil medeniyetin hegemonyasına hizmet etmek için çalışır hale gelir. Dünyaya nam salmış Antik Yunan düşüncesinin yanında bugün dünya çapında kabul gören bir çağdaş Yunan düşüncesinin olmayışının en önemli sebeplerinden biri budur. Yunan ulusu, bugün Yunan olarak varlığını devam ettirmek istiyorsa kendi felsefesine inanma kudretini göstermelidir. Bunun için de Avrupa’nın ona hatırlattığı yalanı unutmalıdır.
Avrupa’nın acınası kurulma hikayesinden sonra Türkiye ile ilişkisini ele aldığımızda burada Avrupa’nın ciddi bir başarısını görüyoruz. Çünkü Avrupa, onu zavallı durumuna düşüren bir milleti kendisine hayran duruma getirmiştir. Elbette ki burada, üniversite çağında komşu ülkelerin isimlerini bile sayamayan bir genç nüfus barındıran bir milletin tarih konusundaki bilinçsizliğinin rolü büyüktür. Bunun sebeplerini düşünmeyi, o milletin kendisine bırakıyorum. Konumuz itibariyle şu kadarı var ki, şu an Türklerin Avrupa Birliği’ne dahil olmak istemeleri ya da bunu beklemeleri, Avrupayı Avrupa yapan süreçten daha zavallı bir süreçtir. Çünkü birisi Avrupa’ya kimlik vermiştir; diğeri Türkiye’yi kimliğinden etmektedir.
Bu iki örnek bize Avrupa’nın kurucu zihniyeti ve günümüz hakkında birkaç şey söyler. Kurucu zihniyet anlamında Avrupa’nın kendi temellerini hatta ismini Antik Yunan’a kadar götürmesine rağmen bugünkü Yunan ile Antik Yunan arasında net bir tezatın bulunması hatta Ortodokslukla Antik Yunan değerlerinin birleştirilmeye çalışıldığı yerde Spyros Sofos’un ifadesiyle şizofrenik bir durumun olması bu köklerin gerçek kökler olmayabileceği fikrini akıllara getirir. Öte yandan Türkiye Avrupalılaşma konusunda dünden razı bir biçimde davranış sergilerken Avrupa’nın Türkiye’yi yıllardır oyalıyor oluşunda hiç şüphesiz 7. yüzyıldan 16. yüzyıla değin yaşanan birtakım gelişmelerin rolü büyük olsa gerektir.
Habermas’ın Müslüman göçmenlerle nasıl bir arada yaşanabileceğine yönelik 95 yaşında bile benden daha çok çalışmasının sebebi 21. yüzyılda devletlerin tikel olarak yaşadıkları mülteci sorununa benzer bir durum değildir. Bir Türk, bu durumu basitçe, farklılıkları bir arada yaşatma çabası olarak görse de esasında, püskürtebildikleri için Avrupa olabildiklerini düşünen bir medeniyetin yine aynı düşman tarafından işgal edildiklerini düşünmeleridir. Bugün Habermas’ın Müslümanların Avrupa’da yaşamalarına verdiği imkân onların Avrupalılaşmasına verdiği imkândır. Dolayısıyla bir Türk, Türk oldukça asla Avrupalı olamayacaktır bir Avrupalının gözünde. Avrupalılaşması durumunda da Yunan’ın başına gelen onun da başına gelecektir.
Hülâsa, bugün insanların hangi kuyruk sokumundan dirileceklerine inanmaya karar vermeleri gerekir.