Küçük, Ama Büyük
Bir yazarın konuşmalarından tuttuğum sarsıcı notlar buldum not defterimde; onlara şöyle bir göz gezdirirken bir ağacın yaprağı gibi savrulup durduğumu hissettim

Bir yazarın konuşmalarından tuttuğum sarsıcı notlar buldum not defterimde; onlara şöyle bir göz gezdirirken bir ağacın yaprağı gibi savrulup durduğumu hissettim.
Zamanın kıymeti üzerinde durmuş, düşünmüş; ben de bunun üzerine günümüz meselelerini tasavvur ederek fikirler üretmeye çalıştım.
Geçirdiğimiz bir ay'ı gözden geçirelim; otuz gün kendimizi, etrafımızı, neler yaptığımızı düşünelim. Çevremizle olan beraberliğimiz esnasında neler konuşuldu bir ay boyunca?
Bir ay 720 saat yapar; 720 saatin günde 8 saatini uykuyla geçirdiğimizi düşünürsek geriye 480 saat kalır; hadi buna özel ihtiyaçlarımızı da ekleyelim; otuz günde toplam 30 saat eder; biz yine de 50 saat yapalım. Geriye 430 saat kalır. Dört yüz otuz saat aklımızdan neler geçiyordu? İşteyken, facebookta, instagram'da, twitter'da göz gezdirirken evde ve kahvede neler vardı hesabımızda?
Artı veya eksi neler yapmışız? Büyük bir proje içinde mi çalışmışız?
Zannetmiyorum. Ne yazık ki; büyük bir vakit cömertliği yaparak ufak tefek şeylerle uğraşmışızdır. Ne olur bu kadarcık şey de yapmayalım mı? "Bir Esra Erol programcığı da izlemeyelim mi?" dediğimiz küçük şeyler ;tek başına bir ay boyunca koskocaman 430 saat tutmuş.
İster iyi anlamda ister kötü manada küçük hiçbir şey yoktur. Küçük gibi görünen ama büyük olan şeyler vardır. Her tsunami küçücük bir hava zerresinin hareketidir; bu zerre ne zaman öbür zerreye çarpar; o dünyanın binlerce km uzağında bir tsunamiye dönüşüverir. Kelebek etkisi denir buna. Fırtınalar hep böyle başlar...
Hikâye bu ya; bir Çin prensi tahta çıkacaktı ama yasalara göre önce evlenmesi gerekiyordu. Uygun bir aday bulmak için bölgedeki genç kızları huzuruna çağırdı.
Saraydaki hizmetçilerden birinin kızı da prensi seviyordu; o da huzura çıkmak istedi. Beklenen gün geldi; bütün aday kızları süslendiler, giyindiler kendilerini beğendirmek için sarayın büyük salonunda toplandılar.
Prens kızlara birer tohum verdi; "Bunu saksılara dikeceksiniz ve altı ay sonra yetiştirdiğiniz çiçekleri bana getireceksiniz; en güzel çiçek yetiştirenle evleneceğim" dedi.
Hizmetçinin kızı da tohumu aldı ve bir saksıya ekti; aradan birkaç ay geçti fakat tohumdan bir filiz yetişmedi; altı ay sonra yine hiç bir kıpırdama yoktu. Yine de elinde bomboş saksıyla saraya gitti "Hiç olmazsa prensimi göreyim" diye düşündü; diğer kızlar da gelmişlerdi, herkesin önünde saksılarda boy boy çeşit çeşit rengârenk çiçekler vardı.
Prens herkesin önünden geçiyor, çiçeklerini yetiştirdiği kızlara aldırış bile etmiyordu, en son o saksısı boş kızın önüne geldi ve bir müddet göz göze geldiler; sonra yüksek bir yere çıktı ve hizmetçinin kızıyla evleneceğini söyledi. Diğer kızlar hemen itiraz ettiler; "Bu haksızlık" dediler.
Prens "Hepiniz yalancısınız, hile yaptınız; size verdiğim o tohumların hepsi sahteydi, onlardan çiçek çıkması imkansızdı ama küçücük bir dürüstlük örneği bile gösteremediniz; bir tek bu kız saksıyla başka bir tohum ekmeden dürüstçe geldi ve dürüst davrandığı için onunla evleneceğim" dedi.