Hatalarımızla yüzleşecek cesaretimiz var mı?
Uzun bir aradan sonra sohbet niteliğinde, köşe yazısı tanımına daha çok uyan bir yazı yazmaya karar verdim. Çünkü haftalardır yazdığım teorik yazıları bir yere

Uzun bir aradan sonra sohbet niteliğinde, köşe yazısı tanımına daha çok uyan bir yazı yazmaya karar verdim. Çünkü haftalardır yazdığım teorik yazıları bir yere kadar anlarsınız, gerisini anlayabilmek için benim zihniyetimi çözmeniz gerekir.
Batı için Doğu kötü, Doğu için Batı kötü peki hangisi iyi. Batı İstanbul’un Fethi’ni işgal olarak gördü sonrasındaki hareketleri barbarca tanımladı, Doğu ise Haçlı Seferleri’ne zulüm dedi. Burada üç ihtimal üzerinde durulmalı. Ya Doğu kötü, ya Batı kötü ya da her ikisi de kötü. Peki bu nasıl ortaya çıkar? Biz haklıysak bunu Batı’ya nasıl anlatabiliriz, Batı haklıysa bunu bize nasıl ispatlayabilir?
Gazali “En kötü şeyde bile hayır, en hayırlı şeyde bile şer vardır” demiştir. Bu söz, yazımızın başlığında belirttiğimiz hatalarla, bilhassa gerçeklerle yüzleşmeyle yakından alakalıdır. Şöyle ki, çok sevdiğimiz birinin bile hata yapabileceğini unutmamak gerekir ama aynı zamanda da hep kötülükleriyle tanınan birinin bile bir istisna olsa da bir hayır işleyebileceğini unutmamak gerekir. İnsan bir partiyi destekler ama öyle bir destekler ki en ufak hatayı yapmış olabileceğini asla ama asla kabul edemez. Çocuğunu öyle bir sever ki kötü işlere bulaşacağına ihtimal vermez. Herhangi bir topluma karşı o kadar ırkçıdır ki o toplumdan gelebilecek hayırlı bir işe inanmaz.
Kendimize soralım, bir insanı tamamen iyi veya tamamen kötü tanımlamak ne derece doğru? Biz hata yaptığımız zaman “biz de insanız” veya “yaşlandık artık” gibi bahanelerle kendimizi aklayabiliyorken sevmediğimiz biri hata yaptığında neden bu kadar peşin hükümlü oluyoruz?
Haydutu bağrınıza basın veya babanıza düşman olun demiyorum. Buradaki tutumum bilime yöneliktir. Biz karşı görüşleri okumaktan korkarız. Müslüman olarak bir ateistin kitabını okuyunca dinden çıkmaktan korkarız. Solcu biri sağcı birinin kitabını okuyunca sağcı olacak diye korkar. Halbuki bu şekilde ilk başta görüşünüzü güçlendirmiş olursunuz.
Daha da ileri gidelim, bir Batılı’nın Türk toplumunu kötüleyen bir kitabını okuyacak kadar cesaretli değiliz. Niye okuyalım ki? diye sorabilirsiniz. Batı hep bizi okudu, bizi okudukça bizim tezimize antitezler üretti biz ise hep yerimizde saydık.
Felsefede epokhe (askıya alma) denilen bir anlayış vardır. Bu anlayışa göre bir şey üzerinde akıl yürütürken karşımızdaki engelleri askıya almak gerekmektedir. Herkesin anlayabileceği bir örnek vermek gerekirse, Galatasaray’ı tutan biri futbol hakkında yorum yaparken Galatasaray’a karşı duyduğu hisleri askıya almalıdır, ancak bu şekilde doğru sonuçlara ulaşılabilir.
Batı bunu başarmış olsa da biz aynı şekilde karşılık veremediğimiz için etik kuralları çerçevesinde hareket edemedi. Habermas’ın görüşüne göre bütün sorunların temelinde iletişim sorunları vardır. Yani biz Batı’yı Batı da bizi anlayamadığı için kendimizi birbirimizin yerine koyamadığımız için uluslararası çapta sorunlar başlamaktadır. Bir Yahudi’ye sorsanız Musevilik kesinlikle doğru bir dindir ama Vadedilmiş Topraklar hedefiyle bir Müslüman’ın katledilmesinin yanlış olduğunu kabul etmez. Birileri İslam’ı terör dini olarak tanıtır ama oku emrine (sözde) itaat eden bir Müslüman İslam’ın terör dini olmadığını ispatlayamaz.
Son olarak, bütün yazdıklarımı ele alarak hepinize bir soru soracağım, eğer bu soru karşısında takılıp kalırsanız, cevap veremezseniz bilin ki Allah’ın oku emrini, dolayısıyla bir farzı yerine getirmeyerek bir haram işliyorsunuz. Üstelik bu soruya cevap veremeyerek İslam’a zarar verilmesine sebep olduğunuz için ayriyetten günaha gireceksiniz.
Soru: Bakara Suresi 191. ayette “Kafirleri nerede bulursanız öldürün” diye emredilmektedir. Bu durumda İslam bir terör dini olmuyor mu? Böyle bir emri yerine getiremiyorsak günah işlemiş olmuyor muyuz?