Mülteci Kavramının Anatomisi
Daha bilimsel bir deyişle Sosyal Hareketlilik, yani fizik mekanında insanların transferine göç denilmektedir. Göç tipleri gönüllü ve gönülsüz olmak üzere ikiye
Daha bilimsel bir deyişle Sosyal Hareketlilik, yani fizik mekanında insanların transferine göç denilmektedir. Göç tipleri gönüllü ve gönülsüz olmak üzere ikiye ayrılmaktadır, biz de bugün son zamanların mülteci sorununu yani gönülsüz göçü ele alacağız.
Son zamanlarda Suriye’li mülteciler hiç şüphesiz bütün dünyada yankı uyandırdı. Kimi yerde istenmeyip ölüme terk edildiler, kimi yerde ise onlara kucak açıldı. Kimileri onların ülkelerinde misafir edilmesini pek hoş karşılamadı, kimileri ise onlara sahip çıkmayı insanlık görevi olarak bildi. Bunları bir kenara atıp “Mülteci nedir, ne yapar, getirisi-götürüsü ne olur?” gibi sorulara cevap vermeyi başarırsak az önce “kimileri şunu yapar, kimileri bunu” şeklindeki ayrımlara gerek kalmayacaktır.
Her şeyden evvel isteriz ki, yaşananlar hiç yaşanmamış, olanlar hiç olmamış olsun ama ne yazık ki bu hayatta bazı şeyler irademiz dışında cereyan etmektedir. Bir savaş patlak veriyor ve mecburen sığınmak zorunda kalan insanlara bir devlet olarak ya kapınızı açıp kurtarırsınız, ya da ölüme terk edersiniz ve en önemlisi de yaptığınız bu eylem sonunda Allah’a hesap verirsiniz.
Göçe izin verdiniz, peki bundan sonra ne olacak, ülkeyi neler bekliyor? Öncelikle sosyolojik bakımdan göçün her zaman gözlemlenmiş en büyük etkisi kültür yayılmasıdır. Kişiler birbirleri arasında fikir alışverişinde bulunur, davranış örüntüleri değiş-tokuş edilir, böylece ülkenin kültürü zenginleşir ve sonuç olarak her zaman taraftarı olduğum çokkültürlülüğün ortaya çıkması muhtemeldir.
Tabi kültürel yayılma mültecilerin ülkeye attığı ilk adımlarla meydana gelecek değildir. Bunun için öncelikle göçmen statüsü kazandırmak, yani vatandaşlık verilmesi lazım. Buna müteakip biyolojik karışımların meydana gelmesiyle iyice özümseme sağlanmış olur. Tabi ırkçılar bu konuda görüşüme karşı çıkacaklardır ama günümüzde en büyük toplumlarda bile kişilerin etnik kökenleri ancak birkaç kuşak geriye kadar gidebilmektedir.
Ne var ki Türk milletinin aklında mültecilerle alakalı her zaman korku yatmıştır. Korkunun başlıca sebebine bakacak olursak, ileride özerklik isteme ihtimali ve günümüzde yaşanan hırsızlık, gaspçılık gibi olaylardır. Öncelikle Türkiye’deki mültecilerin %74’ünün en az bir aile ferdini kaybetmiş olduğunu, çocukların ise %45’inin depresyon yaşadığını hatırlatmak isterim. Hiç şüphesiz böyle bir durumda hele ki, ailenden başka birini de kaybetme ihtimalinde kişi ailesine bilinçli zarar vermek yerine başkasına zarar vermeyi yeğler, yani istemese dehırsızlık, gasp gibi eylemler ortaya çıkar.
Bu tür eylemleri asla savunmuyorum ancak bunları durdurmanın yolu da belirli yaşam standartları oluşturup vatandaşlık vermektir. Diyebilirsiniz ki “Savaş bitse de kendi ülkelerine dönseler”, emin olun ki onlar da bunu istiyor. Twitter’da özerklik tweetleri atan hesaplar gözünüzü korkutuyor olabilir ama araştırdığınız zaman hesapların çoğu aynı tarihte açılmış bu da sahte olduklarını kanıtlıyor.
Peki gerçekten ülkelerine geri dönme ihtimalleri var mı? Tarihteki bütün göçmen vakalarına baktığımız zaman hiç böyle bir şey olmamıştır. Göç eden ilk nesil tamamen yabancı gibi davranmasa da marjinaldir ve bir an önce ülkelerine geri dönmeyi istemektedirler. Örnek olarak Almanya gurbetindeki Türkleri ele alalım. İlk gittiklerinde marjinal davranıp, genellikle kendi türlerinden topluluklarla birlikte yaşarlar ama istemsiz de olsa ülkeye uyum sağlamak zorundadırlar. Ne var ki geri dönme hedefleri yıllar geçmesine rağmen bir türlü gerçekleşmez ve ikinci bir nesil doğar. İkinci nesil babalarının aksine Almanca’yı da bilir, ancak aileleriyle Türkçe konuştukları görülür ve geri dönmek için hiçbir sebep görmezler, en fazla babalarının zoruyla geri dönmeye karar verirler. Yine bir türlü geri dönemeyince, bu sefer de üçüncü nesil doğuyor ve bu neslin çoğunluğu Türkçe bilmeyip tamamen özümseme makinesinin içinden geçmiş gibi bir hayat sürüyor. Türkiye’ye dönmek isteyip istemediğini sorsanız, ilk başta kendisini oralı hissettiği için sorunun “dönmek” fiiliyle sorulmuş olması ona göre mantık hatası içerdiğini söyler.
Peki bundan sonra ne olacak? Unutmadan belirtmeliyim ki, vatandaşlık kontenjanından ilk başta bilim adamları yararlanacak. Tabi hal böyle olunca Türkiye, 300 senelik göçmen alımı tarihinde olduğu gibi yine bu işten kazançlı çıkacak. Az önce de belirttiğim gibi günümüzde yaşayan bütün toplulukların birkaç kuşak önceki kökenleri farklıdır. Durum böyle olunca sosyolojide elitlerin deveranı denilen kavram ortaya çıkacaktır. Bu kavram ülkeye alınan yeni göçlerin bir öncekileri üst tabakaya itmesi olarak tanımlanır. ABD’den örnek verecek olursak, herkesin bildiği gibi zamanında zencilere çok kötü davranılmaktaydı, ta ki İtalyanlar’ın göçüne kadar. İtalyan’lar Amerika’ya göç ettiğinde zencilerin değeri birden bire bir kademe arttı onların yerine ise İtalyanlar geçti. Türkiye’de de yeni bir göç vakası olması durumunda Suriyeli göçmenlerde aynı durumu yaşayacaktır.
Son olarak, mülteci alımını tasvip etmeyen bazı gruplara bir çift sözüm olacaktır. Öncelikle kendilerini hümanist olarak tanımlayanlara Erol Güngör’ün “Hümanizm, belli bir topluluğa değil, bütün insanlığa duyulan sevgi olmalıdır” sözünü hatırlatırım. İkinci olarak Irkçılar’a yazımda da iki defa aktardığım gibi günümüzde saf ırk diye bir şeyin olmadığını hatırlatırım. Üçüncü olarak ise, Batı Trakyalı olup da mültecilere karşı ırkçı davrananlara, yaşadıkları devlette de birilerinin onlara karşı ırkçı tutum sergilediğini hatırlatırım.