Nazi Yavrusunun Amacı Ne?
Geçtiğimiz günlerde bütün Batı Trakya’da, hatta bütün Yunanistan’da yankı uyandıran bir olay meydana geldi. Gerek Yunan, gerekse azınlık basınında manşetleri iş

Geçtiğimiz günlerde bütün Batı Trakya’da, hatta bütün Yunanistan’da yankı uyandıran bir olay meydana geldi. Gerek Yunan, gerekse azınlık basınında manşetleri işgal eden olay tabi ki de Altın Şafak Partisi’nin köyüm Gökçepınar’a ‘Yunan Pomaklar’la kucaklaşma’ bahanesiyle bir ziyaret düzenlemesidir. Oysa ki, daha birkaç sene önce “Kendini Türk olarak tanımlayanlar Haziran ayına kadar ülkeyi terk etmezse onları tavuk gibi keseceğiz” gibi tehditkâr bildiriler yayınlayıp zaman zaman şehir meydanında yine bizim insanlarımıza saldırıp terör estirmişlerdi. Peki o günden bu güne neler değişti, neden böylesine sevgi beslemeye karar verdiler?
Bu soruların cevabını bilimsel bir şekilde vermeye gayret edeceğim. Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle babaları olan Nazi’nin nasıl oldu da bir anda bütün Almanların sempatisini kazandığını öğrenmek gerek. Bu konu hakkında Batı Trakya’nın anavatandaki akademisyenlerinden birinin sosyal medyada paylaştığı bir bilgiyi bir paragrafta özetleyip ardından kendi ilmimin kifayeti doğrultusunda cevap vermeye çalışacağım.
İlgili makalede şunlar yazmaktadır: “Kant, Hegel gibi büyük filozofları, Einstein gibi bilimcileri, Goethe gibi büyük yazarları, Wagner gibi büyük bestecileri çıkarmış bir Alman toplumu, nasıl olur da Hitler gibi bir delinin peşinden gitmişti? Üstelik 20 milyondan fazla insanın ölmesine neden olduğu halde? Hitler, “mühendis kafalı” olmalarıyla ünlü Almanlara ne yapmıştı? Onların mantıklarını nasıl “servis dışı” hale getirmişti?” Bunun cevabı, beyindeki ‘R-Kompleks’ adlı bölgenin baskın duruma getirilmesiydi.
Peki ne işe yarıyor bu ‘R-Kompleks’ bölgesi? Sosyal psikoloji dersi görmüş olanlar bilir; Sosyal psikoloji, toplum içindeki en az bir bireyin incelendiği ve toplum içinde bulunması sebebiyle kazanmış olduğu duygu, düşünce, davranış ve tutumları anlatan bir bilimdir (Kağıtçıbaşı ve Cemalcılar, 2015: 22). Toplum içindeki birey derken anlamamız gereken şey, birey bir topluluk içinde bulunduğu zaman tutum ve davranışlarının büyük ölçüde değiştiğidir. Bir futbol maçında bütün stad tezahürat yaparken o tezahüratı bilen neredeyse herkes stada eşlik eder.
Ancak bunu bir de ispatlanmış deneylerle de açıklamakta fayda görüyorum. İlk deney, Sherif’in “Grup Normunun Oluşması” deneyi: “Araştırmada birbirlerini tanımayan, birbirleri ile daha önce herhangi bir grup içinde bulunmamış kişiler ilk olarak teker teker laboratuvara alınmışlardır. Bu kişilere bir algı deneyi yapılacağı söylenmiş ve tamamen karartılmış bir odada bir duvara yansıtılmış ufak bir ışık aralıklarla gösterilmiştir. Işığın her gösterilişinde, bu ışığın ne kadar hareket ettiği deneğe sorulmuştur. Araştırmanın ilk evresini oluşturan bu bölümde, her deneğin önce birbirini tutmayan sayılar verdiği, fakat zamanla belli bir sayıda karar kıldığı ve ışığın hep o mesafede hareket ettiğini söylediği bulunmuştur.” (Kağıtçıbaşı ve Cemalcılar, 2015: 70).
İkinci deney, Asch’ın “Uyma” deneyi: “Bu deneyde laboratuvarda 7-8 kişilik gruplara, sırayla birçok kart çiftli gösterilmiştir. Her kart çiftinin birinde çeşitli uzunlukta üç çizgi, diğerinde ise tek bir çizgi olup bu tek çizgi diğer karttaki üç çizgiden biriyle aynı uzunluktaydı. Deneklere tek çizginin diğer karttakilerin hangisinde benzediği sorulmuş ve doğru cevap verilmişti.” Bu 7-8 kişi arasındakilerden sadece biri gerçek olup diğerleri Asch’ın asistanlarıydı ve zamanla asistanlar yanlış cevabı vermeye başladıkça denek de bundan etkilenip aynı şekilde yanlış doğruyu görmesine rağmen yanlış cevabı vermiştir (Kağıtçıbaşı ve Cemalcılar, 2015: 71).
Üçüncü deney olan Milgram’ın “İtaat” deneyini konumuzla alakasız gördüğümden dördüncü deney olan Zimbardo’nun “Stanford Hapishane” deneyine atlayacağım: Bu deneyde Stanford Üniversitesi’nin bodrum katına hapishane görünümü veriliyor. Daha sonra öğrencilere gardiyan ve mahkum olmak üzere iki çeşit rol veriliyor ve ne kadar sürede buna gerçekten alışacakları gözlemleniyor. Birbirlerini hiç tanımayan insanlar arasında yapılan deneyde adaptasyon süreci oldukça uzunken, halihazırda arkadaş olan deneklerin bu rollerle beklenenden çok daha kısa sürede özdeşleştikleri görülmektedir (Kağıtçıbaşı ve Cemalcılar, 2015: 77-78).
Bütün bu kanıtlanmış deneylerde görüldüğü gibi grup içerisinde olmanın insana etkisi çok büyük. İşte Hitler’in Nazi’si de insanları bir araya getirerek bir güruh halinde kendisine destek vermelerini sağladı.
Gelelim Neo-Nazi’ye. Yıllardan beridir asimilasyon politikalarının bir gerçek olduğu yalanlanamaz. Bu doğrultuda politikalarına mevcut şartlarda devam etmenin zor olduğunu kendileri de gördüler. Çünkü, böyle durumlarda bütün insanları destekçi yapmak imkansızdır, belli bir yere kadar gidilebilir ondan sonrası sınırlıdır. Tam da bu noktada sınırı kaldırmak adına sosyal psikoloji kurallarına başvuruldu. İlk önce 4. deneyde olduğu gibi bizi onlarla özdeşleştirmek ve onların yolunu benimsetmek amacıyla köyümüze gelip bizden biriymiş gibi davrandılar. Daha sonra 2. deneyde olduğu gibi, medyada yayınlanan fotoğraflardaki bazı insanların bizzat emin olarak söylüyorum, Altın Şafak destekçisi olmamalarına rağmen ve o söylenenlerin yanlış olduğunu bilmelerine rağmen ortamdan etkilenip alkış tutmaktadırlar. En sonunda ise 1. deneyde olduğu gibi herkes farklı yoldan ilerlerken bir anda sürü gibi tek bir yolu izlememiz amaçlanmaktadır.
--- -- ---
Hadi Altın Şafak kendi işini yapıyor. Peki biz üç maymunu mu oynayacağız? Halk olarak elimizden tabi ki bir şey gelmez. Ama öncelikle demokrasinin beşiği olan Yunanistan’ın başındaki yönetim bu işe bir dur demeli. Çünkü Nazi, zamanında 10 milyon yahudiyi öldürdü, biz ise Yunanistan’da 150 bin Türk’üz. Belki bir holokostun daha yaşanması kulağa fazla fantastik gelebilir, ancak birkaç sene önce soydaşımızı komaya sokan partinin destekçilerinden herşey beklenir. Nitekim faşizme aykırı, solcu bir ideolojiye sahip olan devletimizin de bu işe dur demesi siyasi görevleri olduğu gibi aynı zamanda insani görevleridir de.
Ama tabi ki klişeleşmiş bir lafla “Her şeyi devletten beklememek lâzım”. Mensubu oldukları İslâm dininin peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.)’in “Vatan sevgisi imandandır” sözünü hatırlayarak bizim oylarımızla meclise girmeyi başarmış olan milletvekillerimizin bizim hakkımızı bu tür durumlarda ödeyebileceklerini bilmeleri lazım.
Peki halk olarak biz bir şey yapamaz mıyız? Bu konuda bana bir sürü öneri sunuldu. Kimisi Türk bayrakları açıp tekbirlerle karşılayalım dedi, kimisi taşlayalım dedi. Ancak, Altın Şafak da olsa Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığı duruşunu bozmamalı ve faşizme karşı faşizmin çözüm olmadığının bilincinde olmalı. Peki biz elimiz kolumuz bağlı mı duracağız? Onlar ziyaretlerde bulunurken bizim evimizde kalmamız en iyi tepki olur, böylelikle de amaçlarına ulaşmaları engellenmiş olur.
KAYNAKÇA
Kağıtçıbaşı Ç. ve Cemalcılar Z. (2015), Dünden Bugüne İnsan ve İnsanlar,İstanbul: Evrim.