Robotik kodlama ve satranç şampiyonlarımızın geleceğine dair
Batı Trakya bölge olarak bir mayın tarlası, insan ilişkileri olarak da bir kurtlar sofrası.

Son birkaç senedir, özellikle de bu sene Azınlık okullarımız bünyesinde Yunanistan çapındaki birçok yarışmada, robotik kodlamadan satranca göğsümüzü kabartan başarılar elde ettik. Peki bu başarılara sevinmeli miyiz? Böyle bir anda “bu başarılara sevinmeli miyiz?” şeklinde bir soru sormak kimilerine abes gelebilir. Çünkü “eblette sevinmeliyiz” dışında verilecek her cevap art niyet, kıskançlık, haset, çekememezlikle açıklanır. Doğru. Ama sadece bunlarla açıklanmaz.
Bizim sosyal bilimler sayesinde öğrendiğimiz en önemli şey belki de siyah-beyaz açıklamaların yanıltıcı olduğudur. Gerçeklik grinin tonlarını ayırt edebilmekte saklıdır. Burada sevinmeliyiz ya da sevinmemeliyiz şeklinde verilecek her bir cevap hakikatin bir tarafına ışık tutarken öbür tarafını ise karanlıkta bırakacaktır.
Demek ki, bu soruya alışılmışın dışında verilecek bir cevap sadece art niyetle değil gerçekliği görme kaygısıyla da açıklanabilir. Hayati birtakım şeyler karanlıkta kaldıysa eğer o karanlığa ışık tutmalı.
Hangi durumda sevinmeliyiz şeklinde sorarsak bu soruyu, dediklerim bir nebze daha anlamlı hale gelebilir. Şüphesiz kısa vadeyi düşündüğümüzde gururla sevinmek en büyük hakkımız. İlk başta bu başarıyı elde eden zeki ve yetenekli çocuklar ile velileri, sonrasında ise onların bu başarıları elde etmesini sağlayan Azınlık okullarımız bünyesinde çalışan öğretmenler, idareciler ve ayrıca eğitim haklarımız için mücadele eden ve dertlenen bütün herkes bu başarıyı, verilen mücadelenin haklı zaferi olarak kutlayabilir. Hatta ben bu başarıyı “Azınlık okullarının diğer okullardan geri kalır bir yanı yok” olarak değil “Azınlık okullarının diğer okullardan fazlası var” şeklinde yorumluyorum. Buna dair uzun uzun gerekçelendirme yapmayacağım; çevremize bir bakmamız kâfi.
Ancak, bu sevinci benim için mutlak bir sevinç olmaktan çıkartan, uzun vadeyi düşündüğümde, karanlık alana ışık tuttuğumda gördüklerimdir. Uzatmadan, açık bir biçimde söyleyeyim; bizim bireysel başarıyı toplumsal başarıya nispet edebilecek örgütsel veya kurumsal bir kapasitemiz yok.
Bunun için ileri sürülebilecek bir sürü sebep sıralarım ama zannediyorum, onlar arasından sosyal sermaye, en önemli ve etkili sebep olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal sermaye, bireylerin veya grupların sahip olduğu sosyal ilişkiler, ağlar ve karşılıklı güven gibi unsurların ekonomik ve toplumsal fayda sağlamasıyla ilgili bir kavramdır.
Ekonomik sermayenin, bir ülkenin gücünü ortaya koyan çok önemli bir faktör olduğu bilinir. 90’lardan sonra ise sosyal bilimciler, sosyal sermayenin bir ülkenin gücü açısından ekonomik sermayeden daha önemli olduğunu ortaya koydu. Detaylarına çok girmeyeceğim ama sosyal sermaye karşılıklı güven ve iş birliği sayesinde bir toplumdaki bireysel ve dağınık halde duran yeteneklerin ortak amaçlarla toplum yararına bir araya gelmesini sağlar.
Batı Trakya olarak insanımızın ekonomik sorunlar yaşadığı bir gerçek ancak bahsettiğimiz başarıları destekleyebilecek, özellikle de yurtdışında yaşayan zengin insanlarımız mevcut. Ancak bizim sosyal sermayemiz zayıf olduğu için ne onların zenginliği bir şey ifade ediyor, ne de çocuklarımızın başarısı.
Sosyal sermayemizi güçlendirmediğimiz takdirde bugün ismi parlayan çocukların geleceğiyle ilgili iki farklı senaryo çizebilirim. Muhtemeldir ki, bu çocuklar bireysel anlamda çok başarılı olacaklardır ama bu başarılarını toplumsal faydaya mal edemeyeceklerdir. Bu senaryo “eh işte” diyebileceğimiz türden bir senaryo. Kötü senaryo ise bu yeteneklerin bir kısmının heba olacak olması, daha kötüsü birilerinin kösteği yüzünden heba olacak olmasıdır. Bunlar bir kâhinin tahminleri değil halihazırda işleyen mekanizmaya dair bir resim. Bu mekanizma, tasavvuru güçlü insanlar tarafından değiştirilmedikçe gelecekte de aynı şekilde işlemeye devam edecek, onu söylüyorum.
Bu durumda sosyal sermayeyle ilgili sorunlarımıza dair iki boyut ortaya çıkıyor. İlk olarak genel anlamda kurumsal başarısızlığımız, ikinci olarak da güvenle ilgili meselelerimiz. Bu alanda az da olsa sevinecek bir sebebimiz varsa o da kurumsal başarının örgün eğitim düzeyinde görece iyi seyretmesidir. Sonrasında ise muhtemelen ikinci faktör olan güven meselesinin kurumsal başarıyı da etkilemektedir.
Güvenle ilgili olarak Batı Trakya tarihi boyunca, bugün Batı Trakya’da yaşayan en yaşlı insana sorduğunuzda dahi insanların birbirine çok sinsi yollarla, savunduğumuz davaya yakışmayacak şekilde köstek olduklarını söyleyeceklerdir. Dolayısıyla bugünün başarılı çocukları, eğitimlerini tamamlayıp Batı Trakya için hizmet vermeye başlayacakları zaman, yer kapmak isteyen ama onlar kadar başarılı olmadıkları için yeterince öne çıkamayan diğer akranları şeytanın aklına gelmeyecek şekilde sinsilikle onların kuyularını kazmaya başlayacaklardır. Ne yazık ki bu konuda kimin haklı kimin haksız olduğunu vakur bir şekilde değerlendirecek, ona göre yaptırım uygulayabilecek bir adalet mekanizmamız yok.
Batı Trakya bölge olarak bir mayın tarlası, insan ilişkileri olarak da bir kurtlar sofrası. Başarılı insanların başarılı olmak için kendi alanındaki yeteneklerinden önce, mayına basmamak için sezgilerini geliştirmeleri, kurtlar tarafından yenmemek için de uyanık olmaları gerekir.