Yunan basını Meriç-Evros bölgesinde tehlikeli provokasyonlara kimin eliyle öncülük ediyor?
Son zamanlarda yazılanlar ve çizilenler, bizim zamanımızda okuduğumuz Mandrake çizgi romanlarını andırır oldu.

Son zamanlarda yazılanlar ve çizilenler, bizim zamanımızda okuduğumuz Mandrake çizgi romanlarını andırır oldu. Hani adam şapkasına elini sokuyor tavşan çıkarıyor, havada ateşler yakıyor, istediği şeyleri anında kaybediyor veya yerini değiştirebiliyor.
İşte tam da bu son numaraya benzer bir hamleyle Meriç-Evros bölgesinde yaşayan Alevi-Bektaşi kardeşlerimizin kültür ve geleneklerine de benzer şekilde el değiştirilmeye çalışılıyor, hem de Yunan basını aracılığı ile.
Aleviliğin Hristiyanlığa, Hıdırellez’in Ay Yorgi’ye dönüştürülmeye çalışıldığı bir uğraş var sanki içten içe.
Neymiş efendim?
Alevi- Bektaşilerin dedeleri daha önceleri Hristiyanmış ve 1923 ten sonra Türkleştirilmeye başlamışlar. Vay canına, Yunan basını tarihe bile el atmış… Halbuki balkanlara Türk kültürünün taşınmasında en büyük rolü oynayanların arasında yine Alevi-Bektaşiler gelmektedir.
Bakın araştırmacı Gülağ Öz bu konuda ne diyor:
“Balkan coğrafyası Osmanlı açısından nasıl önemliyse bugüne baktığımızda Alevi Bektaşilik açısından önemi ve etkisi görülmektedir. Çünkü o coğrafyayı Osmanlı Türk yurdu yapılmasında Alevi-Bektaşi erenlerinin rolünün ne kadar önemli olduğunu rahatlıkla görmekteyiz. Osmanlı devletinin kuruluş sürecinde erenlerin rolü sadece manevi destekle değil, bizzat hem devlet kuruluşuna katılmak hem de bizzat sultanla birlikte savaşlarda yer alıp başarı göstermekle de var olmuştur. O nedenle de padişahlar tarafından onlara hem yurtluk hem dergah kurmak amacıyla arazi verilerek korunmuş ve desteklenmiştir. Ayrıca onlara vergi muafiyeti getirilmiştir.
Erenlerin bu anlamdaki rolü balkanlarda da kendini göstermiştir. O bölgenin yurt edilmesinde babaların kurdukları dergâhlar ve yöre halkıyla ilişkilerinin bağının ne kadar güçlü olduğu ortadadır.
Erenlerin Balkan yerleşimine katkıları kadar bu bölgelerde kültür ve sanatın gelişmesine de o kadar katkıları olmuştur. Bugün bile bu bölgede Türk dilinin yaşıyor olmasının nedenleri de erenlerin kurmuş olduklar dergahların işlevleri nedeniyledir.
Önemi bakımından bazı baba dervişlerin kurmuş oldukları dergâhlar hala canlılığını korumaktadır. 1263 tarihinde Balkanlara gelen ilk eren olarak Sarı Saltuk bilinir. Ardından Akyazılı-Demir Baba, Seyyid Ali Sultan bunların başında gelir. 1500’lerde Macaristan seferinde Gül Baba’yı unutmamak gerekmektedir.”
Hadi bu araştırmacı yazarı tanımıyoruz diyelim, o zaman defalarca bölgemizi ziyaret etmiş araştırmacı yazar Ayhan Aydın’ın söylediklerini nereye koyacaklar?
Aydın, Balkanlar’daki Bektaşi nüfusun zaman zaman bulundukları ülkelerde de baskı gördüğünü söyleyerek, şu iddiada bulundu:
Baskının bir ayağı tarihten, 'Türk ve Müslüman' olmaktan kaynaklanmaktadır. Bir de daha da ilginci, zaman zaman Bektaşi Tekkeleri, Hıristiyanlarca, ‘Türk karakolu’ gibi görülmüştür. Tarihte Balkanlar’daki en fazla Bektaşi Tekkesi Yunanistan’da iken, bugün Balkanlar’da ayakta kalan en az Bektaşi Tekkesi de Yunanistan'da. Burada bir Yunan baskısından söz edilebilir. Bu, tüm Balkan ülkeleri için söz konusudur. Balkan ülkeleri kendi topraklarındaki diğer inanç ve kültürlere çok da hoşgörülü olmamışlardır.”
Bu tarihi gerçeklere rağmen Meriç-Evros bölgesinde, Alevi-Bektaşi kardeşlerimiz hakkında Yunan basınında yazılan ve büyük bir provokasyonun temelinin atılmaya çalışıldığı yalanları yayanların arkasında bir güç mü var? Gizli bir elin yardımıyla bölgede ayrımcılık yapmaya çalışan ve Alevi–Bektaşi geleneklerini ve kültürünü temelde Hristiyan gelenek ve kültürü gibi göstermeye çalışan bu güç ne yapmaya çalışıyor?
Aslında bu güç oyunlarına başlanalı bayağı bir zaman oldu ama ağır ağır, alıştıra alıştıra ilerliyor. Mesela o bölgedeki oyunların daha çok, daha eski yıllarda başlamış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Seyyid Ali Sultan isminden rahatsız olan devletin bu isimle dernekleşmesine izin vermemesi, o bölgelerde bulunan okul, tekke gibi yerleri tamir etme konusunda orduyu kullanması, bölgelere tek bir Yunanlı aile olsa bile kiliseler yapması, belirli tarihlerde resmigeçit ve belirli kutsal günlerde kutlama yapması. Ve tabii şimdi de 6 Mayıs’ta Hıdırellez’i kutlayan Alevi-Bektaşilerle Hristiyanların bu bayramı Ay Yorgi olarak birlikte kutladıklarını yazma cesaretini göstermeleri gibi örnekler verilebilir. Önemli olan bunlara ne kadar inandığımız değil, kimlerin bunlara boyun eğdiğidir. Kulluk hakkını ön planda tutan Alevilik, tabii ki bu konuda da kendi gelenek ve kültürünü koruyacaktır.
Şunu söylemekte de fayda var Hristiyanlıkta aslında aziz Ay Yorgi’nin kutlandığı gün 23 Nisan’dır ama bu Paskalya yortusuna bağlı olarak bazen tarih değiştirebilmektedir. Ama çok istisna durumlarda Mayıs ayının 6’sına denk gelmektedir. O zaman nasıl böyle bir suçlama yapılabilir ki? 6 Mayıs Hıdırellez günü ne zamandan beri bölgede Alevi- Bektaşi ve Hristiyanlar tarafından birlikte kutlanmıştır ki? Tam aksine bölge halkı ile birlikte kutlanmıştır her sene. Alevi ve Sünniler çoğu kutlamalarda hep birlikte olmuşlardır. Ve tabii gazete haberlerinde Hristiyanlarla birlikte derken, o günlerde kutlamaların yapıldığı bölgelere gelen Yunan polisi ve sivilleri kastediyorlarsa o zaman başka, işte o zaman doğrudur. Ama bu durumda da yine Ay Yorgi’yi değil Hıdırellez’i kutlamışlardır.
İşte bu zaman dilimi içinde yapılanlar, yine iyi ve kötüyü ortaya çıkarmıştır. Nitekim yanlış yapıp da yanlışını anlayanlar dost, dost gibi görünüp yardım edermiş gibi görünen fakat bunun karşılığında kötü düşüncelere dostunu kurban edenler düşmandır. Yanlışlar düzeltilir, ama kötü düşüncelere sahip insanoğlunu değiştirmek mümkün değildir, onun işi gücü entrikalarla ve güzel görünmekle kendi hedefine ulaşmaktır… Ha, bir de paraya tapanlar var ki, onların da kimi sattığı önemli değil, onlar için önemli olan sahiplerini mutlu etmesidir. Ne olur bu gibi tehlikeli oyunlara gelmeyelim, çünkü dost da düşman da içimizde artık, yeter ki ayırt etmesini bilelim.
Hadi bakalım bu haftalık da bu kadar yeter. Kalın sağlıcakla diyerek bitirelim ve sağlık bitmeden kendimize gelelim.
Hoşça kalın, dostça kalın…