Batı Trakya’nın meçhul sosyal bilimcileriyle sohbetler: Gerçekten etnik hak mı talep ediyoruz?
Biz kimliğimizi modern ırkçı teoriler üzerinden değil varoluşsal bir temel üzerinden tanımlıyoruz çünkü kertenkele değil insanız

Geçen yazımda ‘etnisite ve kayırmacılık’ başlığı altında günümüz etnisite tartışmalarının barındırdığı sakıncalardan bahsetmiştim. Peşinen kabul etmem gerekir ki kavraması zor bir yazı yazdım. Ama okuyanların da peşinen kabul etmesi gerekir ki konunun kendisi zor bir konuydu. Einstein’ın “bir konuyu layıkıyla bilen, onu ilkokul seviyesindeki çocuğa öğretecek düzeyde anlatabilendir” mealindeki sözünü hatırlatmak isteyenler olabilir. Pek âlâ bu konuyu da oldukça basit bir biçimde anlatabilirdim. Ki, konuyu en basit biçimiyle, kavramlar yalnızca gerçek olgulara dayanmazlar, onlar insanlar tarafından inşa edilirler, nitekim etnisite de belli bir ideolojinin taşıyıcısı olduğu için beraberinde sakıncalar barındırır şeklinde özetleyerek iyice basitleştirebilirim. Size bununla birlikte bir arabanın nasıl kullanıldığını da çok basit bir biçimde anlatabilirim; bunu lafzi anlamda siz de çok iyi öğrenirsiniz ancak hiç araba kullanmamış birisi olarak araba kullanmaya kalktığınızda yapacağınız kazadan ben sorumlu olmam. Ben, mükemmel bir biçimde anlatmış olsam, siz de anlamış olsanız bile.
O halde Einstein’ın bu sözünün yalnızca tanım düzeyinde geçerli olduğunu kabul etmek gerekir. İşin içindeki manipülasyonu görmek için konunun kendisini kolay bir biçimde anlamamak gerekir. Çünkü manipülasyon derinlerde gizlenmiştir ve onu bulmak için okurken adeta kazma-kürekle derinlere inmeniz gerekir.
Bu anlamda şöyle dörtlü bir matris düşünelim. Hem kendisi basit ya da karmaşık hem de onu anlatması basit ya da karmaşık olan konular vardır. Bu durumda basit bir konuyu basit ve karmaşık anlatmak mümkündür ama basit olanı karmaşık anlatmak abes olur. Aynı şekilde karmaşık olanı basit ve karmaşık anlatmak mümkündür ancak basit anlattığınızda yukarıda bahsettiğim şekilde gömülmüş olan tuzakların yalnızca üstünden geçersiniz. Karmaşık anlattığınızda da muhtemelen yine konuyu birçok kişi anlamayacaktır ancak basit anlattığınızda tuzağın gizlenmesine katkıda bulunacağınızı, karmaşık anlattığınızda ise metin okuma kapasitesi yüksek olan 3-5 kişinin dahi olsa gömülü tuzakları keşfedeceğini bilirsiniz.
Bununla birlikte ‘halkın anladığı seviyede’ yazmayı ben halka bir hakaret olarak görürüm. Bu, halkı belli bir seviyede tutmak, onların gelişebileceğine inanmamak ya da istememektir. Ben de anlaşılması zor bazı metinleri zamanında anlayamamama rağmen okumakta diretmeseydim biraz sonra yapacağım tespitleri yapamazdım.
Gelelim konumuza. Geçen hafta etnisite kavramıyla her ne kadar en basitinden yaygın bir toplum içerisinde bulunan, birbirlerine kültür bağıyla bağlı alt-kültür gruplarına atıfta bulunduğunun varsayıldığını söylemiş olsam da bunun içeriğinin İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren yeniden düzenlendiğini de ilâve etmiştim. Dolayısıyla etnisite evrensel anlamda bir gömlekti. Ama öncesinde takım elbiseyle giyilen bir gömlek iken artık plajda giyilen bir gömlek haline getirildi ve siz onu giydiğinizde artık takım elbise giyen birisi gibi değil ister istemez plajda dolaşan birisi gibi hareket etmeye başlarsınız. Etnisiteyi basitçe gömlek olarak tanımlamaya kalktığımda siz, resmi yerlerde neden plajda sergilenecek davranışları sergilediğinizi fark edemezsiniz.
Bu anlamda Savaş öncesi dünyada alt kültür grupları ulus-devlet içerisinde bazen zorlayıcı bazen ise rızaya dayalı asimilasyoncu bir yöntemle idare edilirken Savaş’ın yarattığı hezimet sonrasında alt-kültür gruplarının etnik uyanışını tepkisel olmayan bir yolla engellemek için ırk gibi hiyerarşik bir tasniftense kültüre dayanan kategori üzerinden yeniden tanımlandılar. Bu yeni tanımla artık ötekileştirme, ayrımcılık ya da soykırım gibi suçlara yol açmayacağı, bu yüzden etnik uyanışa gerek kalmadığı söylenmeye çalışılıyordu. Ancak buradan anlıyoruz ki bu yeni tanım alt-kültür gruplarını kontrol etme motivasyonuyla yeniden icat edildi. Böylelikle artık açık ve hiyerarşik değil yatay ve örtük bir ayrımcılık söz konusuydu. Öncesinde etnik gruplar birileri tarafından dezavantajlı hale getirildi, şimdi ise sizin kimlik tanımınızı kabul ediyoruz denilmesiyle birlikte siz doya doya etnik kimliğinize sahip çıkacağınız için, onu sarıp sarmalayıp, kimselere bırakmayacağınız için bu dezavantajlı halin sürdürülmesi öngörüldü. Yani etnik kimliğiniz öncesinde ırkçı ideolojiyle olabildiğince hırpalandı, şimdi ise hırpalanmış halini siz muhafaza ediyorsunuz. Bunun detaylarını geçen yazımda ifade ettiğim için tekrarlama gereği duymuyorum ancak meselenin özünde kimlik tanımı itibariyle, günümüzde bir hak olarak tanınan etnisite temelli tanınmanın özünde bu grupları kendi kültürel sınırlarında hapsolması ve bu kültürel sınırları aşamama durumu olduğunu hatırlatmak gerekir.
Bununla ilgili kendimiz üzerinden örnek verelim. Özellikle bölgemizdeki yaşlılarla sohbete tutulduğumuzda kimliklerini ırk ya da soydan ziyade tarih ve inanç üzerinden tanımladıklarını görürüz. Bu, aşağı yukarı Osmanlı dönemindeki Millet Sistemi’nden kalan bir mirastır. Ancak bizim etnik kimliğimiz inkar edildiğinde, bu yapılırken de ırk ve soy üzerinden bir hikaye uydurulduğu için bu sefer bizim tepkimiz de ırk ve soy üzerinden bir argüman geliştirmek şeklinde olacaktır. Yani öncesinde kimliğimizi tanımlama motivasyonumuz olan tarih ve inanç faktörlerini bir anda gözden düşürürüz. Dahası bilimsel olduğu söylenen argümanlarla bizim birilerinin torunları olduğumuz söylendiği için bu sefer biz de bilimsel olduğuna inandığımız bir argümanla başka birilerinin torunları olduğumuzu söylemeye gayret ederiz. Modern tarihyazımında görülen bir sorun olarak bu durum her ne kadar insanın köklerinin farkına varmasını sağladığı düşünülse de kimliğini oluşturduğu esas motivasyonları geri plana attığı için kimliğin esas öğesi olan hafıza adına bir şey kalmayacaktır. Ki, bilimin bugün öyle yarın böyle şeklinde 'hakikatler' sunup durduğunu söylemeye bile gerek durmuyorum. Özetle, bir Müslümana aslında Müslüman olmadığını söylediğinizde onun radikal bir cihadist olması nasıl ki beklenen bir durumsa ve bu gerçek inancını zedelemekten başka bir işe yaramayacaksa iş, etnik kimlik meselesine geldiğinde de böyledir.
Halbuki siz aslında şunun değil bunun torunlarısınız diyene karşı biz kimliğimizi modern ırkçı teoriler üzerinden değil varoluşsal bir temel üzerinden tanımlıyoruz çünkü kertenkele değil insanız, dediğinizde karşınızdakinin söyleyecek bir şeyi kalmayacaktır. Diğer türlü her iki taraf da spekülasyona açık olduğu için siz kendi argümanınızı güçlendirdikçe karşı taraf da güçlendirmeye devam edecek ve bu da tahmin edeceğiniz üzere karşı tarafın lehine olacaktır.
O halde etnisite yerine ne kullanalım? Etnisite yerine etnisite kullanmaya devam edeceğiz. Ama nasıl ki 50 sene öncesinde bu kavramı birileri yeniden tanımladıysa bugün biz de haklarımızı elde etmek için bu tanımı yapanların teorileriyle değil kendi teorilerimizle talep edeceğiz. Yani kendi etnisite tanımımızı yapacağız. Batı Trakya’da entelektüel bir ortam varsa eğer, dünyaya ‘Batı Trakya’lılar etnik kimliklerini böyle tanımlıyor’ şeklindeki bir argümanı kabul ettirecektir. Böyle bir ortam yoksa zaten sorunlarımızın çözümü de yoktur.