Amaç, Türk Kimliğini Ortadan Kaldırmak II

Yunan devleti tarih karşısında üstlendiği sorumluluktan çark ederek Batı Trakya Türklerini yok saymak istemektedir.

Köşe Yazıları 2 Aralık 2021
Amaç, Türk Kimliğini Ortadan Kaldırmak II

Yunan hükümetinin azınlık siyasetinde, "Pomak" kelimesi üzerinden hayali bir kimlik yaratmak istemesiyle neyi amaçladığının cevabını, geçen hafta ve bugünkü yazımızla ortaya koymaya çalıştık. Yüzyıla yakın bir zamandır, birçok devlet kurumuyla bu hedefe kilitlenen Yunan hükümeti, azınlık siyasetinin tanziminde bir dizi yöntemler geliştirerek önce gayri resmi şahıslarla "Pomak" safsatasını gündeme getirmiş, en sonunda da resmi ağız yoluyla bu konunun arka plandaki nihaî hedefini açıklamış oldu. 

Başbakan Mitsotakis, bu konuyla ilgili olarak geçen Mayıs ayında baklayı ağzından çıkararak Batı Trakya'nın dağlık bölgesinden söz ederken lafı direkt "Pomak köyleri" ve "Hellen çocukları"na getirerek bugüne kadar gizli tuttuğu niyetini, böylelikle ifşa etmiş oldu. Mitsotakis’in, sırf bu sıfatları kullanmak amacıyla programa çıktığını değerlendiriyoruz. Amaç belli. Batı Trakya Türk Azınlığı'nı bir bütün olmaktan çıkarıp Türkiye ile olan tarihi ve kültürel bağlarını kesmektir. Bunun diğer bir açıklaması şu: Yunan devleti tarih karşısında üstlendiği sorumluluktan çark ederek Batı Trakya Türklerini yok saymak istemektedir. Ancak dilerseniz önce, azınlık konusunun bugüne nasıl evirildiğine, yüz yıllık tarihî sürecin en can alıcı aşamalarına bakalım. 

1913-1919 yılları arasında Batı Trakya Türkü, eşi benzeri görülmemiş bir Bulgar işgaline tanık olur. Bu işgal süresince başta dinî baskılar olmak üzere işlenen çeşitli zulümler, bölge insanı üzerinde derin izler bırakmıştır. Büyük zulümlerin yaşandığı bu altı yıllık dönemde, özellikle dağlık bölgede yaşayan Türklere reva görülen insanlık dışı uygulamalar nedeniyle dinî hassasiyetin üst düzeye çıktığı o dönemde, insanların inançlarını koruma güdüsünün güçlü bir reflekse dönüştüğü görülür.
 
1920 yılında Yunanistan'ın hâkimiyetine geçen Batı Trakya'da altı yıllık Bulgar işgalinde tanık olunan zulümler, Yunan yönetiminin eline altın bir fırsat olarak geçmiş, devletin milli çıkarlarının öncelendiği bu bölgeye ilişkin uzun erimli siyasî bir perspektifin şekillenmesine zemin hazırlamıştır. Yaşadıkları acı tecrübeler nedeniyle Bulgarlardan nefret eden Batı Trakya Türklerinin travmatik tecrübelerini kendi açısından bir avantaj olarak düşünen devlet, kuzeyden gelebilecek olası bir tehdit karşısında, tampon olarak kullanmayı tasarladığı bu insanların kimlik (dinî ve milli) duyarlılığına yapıcı bir profil çizerek yaklaşmıştır. Bulgar zulmünden kurtulan bölge halkının gönlünü kazanmak amacıyla Yunan devleti kulağa hoş gelen dinî inanca vurgu yaparak bir siyaset tarzı geliştirmiştir. Zira oluşan bu yeni şartlarda din olgusu, Batı Trakya Türklerinin yumuşak karnı denilebilecek nazik ve aynı zamanda kullanılmaya elverişli bir nitelik kazanmıştır. Bu açıdan o dönemde Yunan yönetimi Batı Trakya Türklerinin dinî duygularını hep okşamış, insanların gözünde dinî müesseseyi baş tacı etmiştir. Tabii amaç, bölgede İslam inancını kurtarmak değil. O coğrafyayı kurtarmaktır. Unutulmamalı ki Batı Trakya bölgesinin Bulgaristan'ın hâkimiyetinden çıkıp Yunanistan'ın hâkimiyetine geçme sürecinde yerli Türk nüfusun da muvafakat etmesi, belirleyici denilebilecek derecede önemliydi. Nitekim o dönem Narodno Sabranie (Bulgar Parlamentosu)'de Kavalalı İsmail Hakkı gibi görev yapan bölge milletvekillerinden kimileri, Batı Trakya'nın Yunan devletinin hâkimiyetine geçmesine sıcak bakmışlardır. İşte o kritik dönemde Yunan yöneticilerinin ağzından "Pomak" diye bir laf hiç ama hiç duyulmamıştır. 

Yunan devleti o dönem, bölgeye sahip olmak amacıyla ezici çoğunluğu oluşturan Türk nüfusunu, Osmanlı Devleti'nin bir bakiyesi olarak kabul etmiş, dini İslam, milleti de Türk olarak muamele etmede kusur etmemiştir. O arada Bulgar zulmünde dinî baskının yarattığı manevi enkazı kendi hesabına başarılı bir biçimde tahvil etmiş olan Yunanistan, Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından hemen sonra bölgenin demografik yapısıyla oynamaya başlamış, bu amaçla Türkiye mübadillerinden önemli sayıda Rumu Batı Trakya bölgesine, hatta Batı Trakya'daki Türklerin evlerine yerleştirmiştir. Bu durum, devlet yönetiminin Batı Trakya'da sosyolojik dengelerle oynamak istediğinin ilk işaretidir. O dönem, Yunanistan'ın bölge siyasetiyle özdeşleşecek ve Türk azınlık içerisinde ciddi bir bölünmeye yol açacak önemli bir olay daha yaşanmıştır. Türkiye'de rejim karşıtı olan Yüzelliliklerden bir grup Yunanistan'a sığınıp Batı Trakya'ya yerleştikten sonra azınlık içindeki birlik ruhunu bozmuş, güç dengelerini altüst ederek bölge sosyolojisini kendi hesabına göre tanzim etmek isteyen devlet yönetiminin elini bir hayli güçlendirmiştir. Öte yandan Batı Trakya'da dinî müesseseyi, Lozan Antlaşmasına aykırı olarak kendi uhdesine çekme çabasına girmiş olan Yunan yönetimi, "dininizin en büyük güvencesi benim" şeklinde popülist bir yaklaşımla azınlığın kuzeyden gelebilecek olası bir tehdide karşı en etkili kalkanının, kendisinden başkasının olmadığı inancını yerleştirmek istemiştir.

20. yüzyılın ilk yarısının sonlarında, kulağımıza oldukça aşina olan "Tarih, tekerrürden ibarettir" deyimi, yeniden kendini hatırlatır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Batı Trakya yine Bulgar işgaline uğrar. Ardından Yunan İç Savaşı ve yeniden istikrar dönemine dönüldükten sonra Yunan yönetimi, Batı Trakya Türklerinin gerçek kimliklerini bir kez daha keşfederek azınlığın tamamını resmen Türk olarak tanımaya karar verir. Ancak hükümetin bu resmi tutumuna karşın, perde arkasında azınlığı bölme planları dolaylı olarak kendi mecrasında devam eder. Yönetim, azınlık toplumunu bölme konusunda, Türkiye karşıtı kimi çevreleri yanına çekerek din faktörünü önemli bir aparat olarak kullanmaya başlar.
 
Yukarıda değindiğimiz meşhur Yüzellilikler grubu, azınlık içinde örgütlenmesini tamamlamış, arkasına Yunan yönetiminin tam desteğini alarak faaliyete başlamıştır. Dinî donanımı ve geçmişte sahip olduğu devlet makamları gibi kurumsal sıfatlarıyla muhafazakâr çevrede hatırı sayılır bir saygınlığa sahip bu grup Türkiye karşıtı olması dolayısıyla, Yunan devletinin azınlık siyasetinde ideal bir araç olarak değer kazanmıştır. Din eksenli kimliği esas alıp nefret derecesinde Türklüğü reddeden bu grup, dinî kaygılar gibi nedenler öne sürerek toplumun bir bölümünü yönlendirmede önemli etkiye sahip olmuştur. Kurumsal anlamda benimsediği dünya görüşü ve değer yargılarıyla azınlığın o dönem Türkiye ile olan milli ve kültürel bağlarına bir dalgakıran görevi gören bu grup "Hellen Müslümanları" şeklinde bir telakkiyle Yunan devletinin azınlık tasavvurunu tahkim eden bir çizgi takip etmiştir. Aynı dönemde Yunan yönetimi, "Pomak" ve "Büyük İskender" gibi akla hayale sığmayan mitler uydurmaya başlayarak azınlığın bir bölümüne, tarihî dayanaktan yoksun sanal bir kimlik dayatmaya çalışmıştır

20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, siyasî istikrarsızlık fırsat sayılarak 1967 yılında Yunanistan'da askerî darbe yapılır. Azınlığın bütün kurumlarının iradesine el konulur. Türk okullarında "Türk Okulu" ibaresiyle asılı olan tabelalar indirilerek okul görevlilerine işkence yapılır. Bir süre sonra cunta dönemi sona erer ve yeniden demokratik düzene dönülür. Yunanistan'ın her tarafında cuntaya lanet okunup yaratılan mağduriyetler giderilirken, bu olaydan yaklaşık kırk yıl sonra, Batı Trakya Türk Azınlığı'na dönük cuntanın siyasî kalıntıları ve uygulamaları kutsanmaya devam edilmektedir. Yunanistan'da cunta döneminde "Pomaklık" ucubesi birçok koldan yürütüldü. Ondan sonraki hükümetler, bu konuyu kimi zaman gizli, kimi zaman da aleni olarak hep gündemde tuttular. Ancak dağlık bölgedeki Türklerin kimliklerini dönüştürmek için bugüne kadar en çok mesai harcayan iki kurum vardır. Biri ordu, diğeri de kilisedir. Kendileri sahneye pek çıkmasa da aralıksız sürdürdükleri icraatlarını gözümüzün içine batırırlar.

Son olarak Papandreu'nun Batı Trakya ziyaretiyle ilgili iki söz söyleme gereğini duyuyoruz. Yunan Başbakanı Mitsotakis, Batı Trakya Türklerine "Pomak" yakıştırmasını yaptığı bir dönemde, muhalefet kanadından yeniden ısınma turlarına çıkan Papandreu, camilerimizde arz-ı endam edip: "Dini ve etnik kökeninden bağımsız olarak tüm vatandaşların haklarına saygılıyız" şeklinde açıklamalarla azınlığa ne denli yakınlık duyduğunu belirtiyor ve "Azınlık hep kalbimde, bir haksızlık söz konusu olunca canım acıyor" diye ekliyor. 

İyi de, önce hangi azınlık yoldaş Papandreu? Dilini böylesine bağlayan güç nedir? Sen bu ülkenin Başbakanlık görevinde bulundun ve ismini dahi telaffuz etmek istemediğin Türk azınlığın ezici çoğunluğunun desteğini yanında hissettin... Ziyaret ettiğin Batı Trakya'nın her iki şehrinde ismi yasaklanmış Türk azınlığın güzide kuruluşların olduğunu biliyor musun? Hayatta isminin yasaklandığı bir varlığı, bir insanı, bir topluluğu düşünebiliyor musun kıymetli yoldaş? Uluslararası hukukun kararlarına ve talimatlarına rağmen bugüne kadar bu kuruluşlar, yasal olan isimlerini kullanabilmeleri için ne yaptın Yorgo? Bölge insanının dinî ve etnik kökenine olan saygından söz ediyorsun! İyi de ülkemizin de imzası bulunan antlaşmalara aykırı olarak Müftülük makamlarının işgaline karşı bu ülkenin Başbakanı olarak ne yaptın Allah aşkına?  

Bu tür sorular bugüne kadar hep soruldu, hep yanıt aradı; bütün bu sorular hep yanıtsız kaldı. Şimdi de bu soruların yanıtlanacağı yoktur elbette. Ama olsun. Biz yine de sormuş olalım.

Millet gazetesi logo
© 2024 Millet
KÜNYE
MİLLET MEDİA Kollektif Şirketi
Genel Yayın Yönetmeni: Cengiz ÖMER
Yayın Koordinatörü: Bilal BUDUR
Adres: Miaouli 7-9, Xanthi 67100, GREECE
Tel: +30 25410 77968
E-posta: info@milletgazetesi.gr
ΤΑΥΤΟΤΗΤΑ
MİLLET MEDİA O.E.
Υπεύθυνος - Διευθυντής: ΟΜΕΡ ΖΕΝΓΚΙΣ
Συντονιστής: ΜΠΟΥΝΤΟΥΡ ΜΠΙΛΑΛ
Διεύθυνση: ΜΙΑΟΥΛΗ 7-9, ΞΑΝΘΗ 67100
Τηλ: +30 25410 77968
Ηλ. Διεύθυνση: info@milletgazetesi.gr